Sınav Sorularının Verilmesi (1)


Sorunlara çözüm üretebilmek için önce sorunları tek tek tespit etmek gerekir. Genel olarak sorunları tespit etmek çok kolay olmasına rağmen çözüm üretmek o kadar kolay değildir. Muhalefet partileri de sık sık bu duruma düşer ve sadece sorunları saymakla yetinirler. 15 Temmuz 2016'dan beri yazılan çizilen söylenenlere baktığımızda ise Hizmette sorunlar noktasında bir birlik olmadığı görülecektir. Sorunlar noktasında bir birlik olmadığı için bir kişinin sorun olarak görmediği bir nokta hakkında başka bir kişi uzun bir çözüm yazısı yazdığında o yazının hiçbir anlamı olmamaktadır.

Elbette internet ortamının hizmet mensuplarının görüşlerini ne kadar yansıttığını bilme imkânımız yoktur. Ama her ihtimale karşı bir birlik olmadığı varsayılacak ve önce sorunun tanımlaması yapılacaktır. Bir birlik olmadığı varsayılmasının diğer bir nedeni de: cemaatin yapısı her ferdin sadece kendi nüfuz ettiği alanla ilgili bilgi sahibi olmasına izin vermesidir. Yani bir kişi istediği kadar zeki olsun istediği kadar okuyan araştıran bir kişi olsun ancak kendi görebildiği cemaat faaliyetleri konusunda bilgi sahibi olabilir. Bu sistemde de sadece Fethullah Gülen'in cemaatin tüm faaliyetlerini öğrenebilme imkânı olduğunu varsayabiliriz. Peki böyle bir gizlilik neden bir dini cemaate vardır neden insanlar sorgulamamaktadır? Bu sorunun cevabı başka bir yazıya konu olabilir ama kısaca geçmişi geçmişin şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Kişi zaten cemaatin tüm faaliyetlerini bildiğini düşünüyorsa neden bir gizlilik arayışına girsin ki? Kişi şu an gelinen noktada cemaatin çoğu faaliyetini bilmediği gerçeğiyle yüzleşmektedir. Devlet 17-25 Aralık 2013'ten sonra yavaş yavaş cemaatin gizli faaliyetlerinden bazılarını gün yüzüne çıkarmıştır. Tabi bu faaliyetler ortaya çıkarılırken yalan, abartma, olmayan şeylerin de belki bu çuvala atılmasıyla kişiler medyaya yansıyan bu haberleri takip etmemiş ve güvenmemiştir. 15 Temmuz’dan sonra ise dedikodudan ziyade artık çoğu şey yargıya yansımış davalar görülmüş ve birçok gizli faaliyet ortaya çıkmıştır. Gene bu noktada haberleri okuyan vardır okumak isteyip okuyamayan vardır okumayı tercih etmeyen vardır. 2013'ten önce de bazı kitaplarda ve bazı gazetelerde cemaatin görünmeyen yüzü hakkında bilgiler mevcuttur, bu kitapları değil bir cemaat üyesi muhafazakâr mahalleden gelen hiç kimse okumamaktadır okusa da büyük ihtimal inanmayacaktır çünkü yazarları farklı mahalleden kişilerdir. Şu an büyük bir genelleme yapıyor olsam da az çok bu olaylar bu şekildedir. Bu noktayı belki yazıyı hiç cemaat hakkında fikri olmayan biri okuyup yanlış anlamasın diye bu kadar açmak zorunda kaldım. Bu faaliyetlerden bir tanesini olan soru verilmesini bu yazı dizisinde işlediğimde olaylar daha iyi anlaşılacaktır.

Soruların çalınması olarak sık sık dile getirilen bir mevzuyu bu yazı dizisinde olabildiğince açacağım. Öncelikle bu konuyu şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlamam gerekir ki, kendi içine kapanmış haberleri takip etmeyen kişilerin akıllarında hala soru işareti kalmasın. Daha sonra ise soruların verilmesinin neden olduğu başka sorunlar tek tek ele alınacak ve bir çözüm önerisi yapılacaktır. Eğer olayın ispatı kısmından sonra ben kesinlikle kabul etmiyorum diyorsanız yazının kalan kısmını okumaya bilirsiniz. O kişiler için sadece tek bir sorun kalmıştır: eğer bir sorun yoksa yok olan bir şeyin çözümü de yoktur, sadece onun yok olduğunun kanıtlanması gerekir. Bir şeyin yokluğunun kanıtlanması da ona çözüm bulup eyleme geçmekten daha kolaydır. Bu noktada çok rahat bir şekilde aslında olmayan sorunlarımız elenebilir ve asıl sorunlara odaklanabiliriz. Ama bu da yapılmıyor ve bir gayret gösterilmeden sadece ama o sorun yok deniliyorsa, bu hem işaret edilen sorunun sorun olarak kalmasına, hem de yeni bir sorunun daha ortaya çıkmasına neden olur. Bu yüzden iddiaların hepsinin çürütülmesi gerekmektedir ve olmadığına emin olan kişiler de lütfen bu iddiaları izah etsinler ve çürütsünler.

Öncelikle yazı dizisinde soruların çalınması ya da soruların verilmesi kalıplarından soruların verilmesi kalıbı kullanılacaktır. İki kalıbın birbirinden farklı anlamları vardır. Birinde devlet siz olursunuz ve soruları verirsiniz, diğerin de ise devletten bir şekilde soruları çalıp soruları verirsiniz. Benim kanaatim soruların verilmesi kalıbını kullanmak yönündedir.

Kadrolaşma, torpil, soruların verilmesi gibi kul hakları netice olarak aynı kapıya çıkar. Ülkemizde kadrolaşma, torpil, yazılı sınava değil sözlü mülakata önem verilmesi gibi hususlar tüm iktidarlar boyunca normal olarak görülmüştür. Bu noktada soruların verilmesini de kadrolaşma ya da torpil düzeyine indirip sıradan bir şey olarak görmek yerine, kadrolaşma, torpil gibi şeyleri soruların verilmesi noktasına çıkartmak ve ciddi ahlaka, İslam’a, vicdana, hukuka sığmayan ihlaller olarak görmek gerekir.

Bilindiği gibi bu konuda ilk dava 2010 yılı KPSS ile başlamıştır, 15 Temmuz öncesi bu konuda açılan tek dava 2010 yılı KPSS'dir diye hatırlıyorum. Peki cemaat tabanı 2010 yılı KPSS soruların verilmesi ile ilgili neden sorgulama sürecine girmemiştir? Çünkü zaten konuyla ilgili karşı propaganda diyebileceğimiz haberler Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV’de bol bol yapılmaktadır ve şu an ki gibi itirafçı beyanları yoktur. Hala daha bu konuda karşı propagandalar mevcuttur. O karşı propagandaların profesyonelliğine bakıldığında insanların neden bir sorgulama yapmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Ek olarak şu önemli hususu da belirtmek gerekir ki tabandan bu konuda gelen bir dip dalga olmadığı için bir sorgulama yapılmadığı iddia edilmiştir. Yoksa belli kişiler bunun sorgulamasını yapmış sorularına cevap bulmuş ve tatmin olmuş ya da cevap bulamamış ve ayrılmış olabilir. Bu yazı dizisinin en önemli amacı böyle bir konuda hiçbir şekilde kapalı kapılar arkasında verilen cevaplar ile tatmin olunmaması ve bir dip dalgası oluşması gerektiğini vurgulamaktır.

17-25 Aralık sonrasında açılan birçok davanın uydurma olduğu noktasında propaganda yapıldığı için 2010 yılı KPSS soruşturması da bundan nasibini almıştır. Ayrıca iddianamede yeterli delil yoktur ve soruşturma devam etmektedir, bilindiği gibi 15 Temmuz sonrası asker eşlerinin şüpheli olduğu medyaya yansımıştı. Yani asker eşleri 2016 yılında hala daha savcı tarafından sorgulanmamıştı. Yani bu konuda 15 Temmuz öncesi bir dip dalga olmasını beklemek bir hayaldir. Peki 2010 yılından önce neler olmuştu? 2010 yılından önce de birçok iddia ve söylenti bulunmaktaydı, medyaya yansıyanlar olmuştu. FEM dershaneleriyle ilgili 2008-2009 yıllarında medyaya yansıyan bir olay olmuştu. Bunun dışında bazı yazarlar bu iddiaları dile getiriyordu ve kitaplarında anlatıyorlardı. Bu kitaplar tabi ki de okunmuyordu, hala daha okunmaz çünkü cemaatin tabanına karşı dindar kimliğinden dolayı dışlayıcı, küçümseyici bir saldırı niteliği taşıdıkları için kimse kendine saldıran kişileri okumaz. Yani başörtüsü yasağını savunan kişilerin kitaplarını yazılarını hiçbir muhafazakâr okumaz. Konuyla ilgili ilk kitaplardan olan Hablemitoğlu'nun kitabında polis ve asker içindeki yapılanmaların bile ayrıntılı anlatıldığını görüyoruz. Gene o dönemde Türkan Saylan'ın konuşmalarında gizli faaliyetler ile ilgili bilgiler veriliyor 28 Şubat döneminde Gülen'in kasetleri de medyaya yansıdığını düşündüğümüzde cemaatin gizli faaliyetleriyle ilgili birçok şey ortaya saçılıyordu. Peki insanlar neden bir dip dalga oluşturmuyordu?

Bunun birçok nedenini saymak mümkündür, günümüzden geçmişe bakıp bazı şeyleri belirtmek gerekir ise öncelikle Türkan Saylan (*) muhafazakâr tabanın tamamı tarafından Ermeni Misyoner olarak görülen biridir. O kişinin böyle görülmesinde muhafazakâr medyanın ne kadar etkisi olmuştur, gerçeklik payı var mıdır, tarikatları ve cemaatleri hedef aldığı için mi böyle bir propaganda yapılmıştır ayrı bir yazının konusudur. Ayrıca o dönem uygulanan başörtüsü yasağı gibi muhafazakâr tabana uygulanan baskılar, her kesimin devlette yer alamaya çalıştığı bir dönemde muhafazakâr tabanı birleştirmiştir. Ayrıca Hizmet ile ilgili söylemlerde bu kişilerin devlete sızdığı belirtilmekte bu kişilerin dindar olduğu namaz kıldığı başörtüsü taktığı belirtilmektedir. Yani bugün de olduğu gibi kimse bu polisler hizmetin sohbetine gidebilir Gülen'i sevebilir ama sivil imamlarından işleriyle ilgili hiçbir talimat alamaz ve suç işleyemez demiyordu. Tabi sonradan Ahmet Şık ve Hanefi Avcı kitaplar yazdı, onların da sesi nasıl kesildi nasıl karşı propaganda yapıldı herkesin malumu. Ayrıca tüm devlet erkanının Türkçe olimpiyatlarına geldiği bir noktada (geçmişte de hep böyledir), kimse bu iddialara inanmazdı. Ama bu iddialar tabi ki kafalarda soru işaretleri doğurur ve insanlar sorar, cevap olarak da öyle bir şey yok iftiradır cevabını alırlar. Cevabı veren kişi de belki kaç senedir hizmet içinde olmasına rağmen böyle bir şey görmediği için böyle bir cevap vermiş olabilir ya da daha ulvi amaçlar için maalesef yalan söylemiştir. Tüm bu geçmişi geride bırakıp günümüze geldiğimizde soruların verilmesi devletin somut deliller ile ispatladığı, birçok itirafçı beyanı olan, inkâr edilmesi mümkün olmayan bir olaydır. Normal bir cemaatte (ütopyadaki) bu noktadan sonra başka izah yapmaya gerek yoktur. Cemaatin liderinin hemen konuyla ilgili bir açıklama yapması gerekir. Ya da tabanın bu noktada köpürüp, lideri açıklama yönünde zorlaması gerekir. Ama bunlar olmadığı için öncelikle sorunun tespiti için olay delilleriyle izah edilecektir.

Bu konuda birçok sınavla ilgili soruşturma başlatılmıştır ve hala yeni itiraflar ışığında başlatılıyordur. Soruşturmalar ihbar ya da itirafçı beyanı ile ya da sınav analizi dediğimiz geçen sene 5 kişi sınavı tam yapmış bu sene 1000 kişi yapmışsa bu şekilde bir veri ile soruşturma başlatılıyordur. Daha sonra şüpheliler toplanıyor ve ifade veriyorlardır. 1000 kişinin kazandığı bir sınavda 700 kişi itirafçı olup soruyu aldığını itiraf ettiğinde zaten olay tamamıyla çözülmüş oluyordur. Ama bunla da yetinilmiyor o kişilerin soru soru analizi yapılıyor yakın zamanda girdiği bir sınav ile sonuçları kıyaslanıyor vs. başka delillerde toplanıyordur. Türkiye'de işkence olduğunu ifadelerin zorla imzalatıldığını düşünebilirsiniz, öyle bir şey olduğunda zaten mahkeme aşamasında kişiler bunu dile getirip eski beyanlarını inkâr ederler. Bu soruların verilmesinde yukarda misal belirttiğim 700 kişi mahkemede de beyanlarını tekrar edip soruların nasıl verildiğini izah ediyorlar ve mahkeme de kişilerin durumuna göre ya cezaya hükmediyor ya da etmiyor. Yargıtay tarafından onaylanmış bir ceza hükmü olup olmadığını bilmesem de ilk derece mahkemelerinde biten davalar mevcuttur.

Genel olarak net bir şekilde askeriye ve polis ile ilgili belli yıların sınavlarının soruları cemaatin en tabanındaki öğrenci kesimine verildiği ispatlanmış bir vakadır. Bunun dışında KPSS, Ales, yabancı dil, dış işleri bakanlığı personel alım sınavı, hakimlik- savcılık sınavı, kurum içi yükselme sınavlarıyla (asker-polis) ilgili de en az bir tane itirafçı beyanı mevcuttur bunların da soruşturmaları devam etmektedir. 2010 yılı KPSS de net bir şekilde ispatlanmış, ama bu sınavla ilgili farklı zamanlarda farklı propagandalar yapılsa da en son Ekrem Dumanlı tarafından soruların bir şebeke tarafından çalınıp izlerini kaybettirmek için her kesimden insana dağıtıldığı ve hizmet insanlarının da bulaştıysa bu şekilde bulaşmış olabileceği açıklaması yapılmıştır. Bu sınavla ilgili daha detaylı açıklamaları ilerleyen bölümlerde yapacağım. Bu iş hangi sınavlara sıçrar nereye kadar gider bir fikrim yok, bu nokta zaten bizi ilgilendirmiyor, bir tane sınavın ispatlanması aşağıda yapacağım değerlendirmeler için yeterlidir. Bu noktada ispatlanan sınavlar var mıdır ispat yeterli deliller ile yapılmış mıdır? Evet vardır ve itiraf delili ile yapılmıştır. Kişilerin itiraflarında bir sakatlık var mıdır? Hayır yoktur mahkemede de tekrar etmişlerdir, hiçbir normal insan işlemediği bir suçu kabul edip ceza almayı göze almaz, bir kişi bunu yapsa bile yüzlercesi yapmaz. Tutuksuz yargılanmak için yapmış olamazlar mı? Soru analizi gibi diğer deliller de aleyhlerinedir ayrıca FETÖ üyeliği yüz kızartıcı bir suç olmasa da soru hırsızlığı yüz kızartıcı bir suçtur ve makul yüzlerce insanın tüm akrabalarına arkadaşlarına rağmen böyle bir yüz kızartıcı suçu sadece tutuksuz yargılanabilmek için kabul etmeleri mantıklı değildir. Ayrıca FETÖ üyeliği suçu gelecekte Ergenekon gibi düşebilecekken böyle kesin bir suçu kabul etmeleri mantıksızdır. Peki bu kişilerin hizmetten olduğunun bir kanıtı delili var mıdır? İtiraf eden kişiler hizmetin öğrenci evlerinde bu soruları abilerinin verdiklerini beyan etmiştir. Kişilerin ve abilerinin profillerine bakıldığında bu kişiler hayatlarının o döneminde hizmetten oldukları nettir.

Bir sonraki yazıda bu işe cemaat içinde birilerinin oyuna getirilip mi bulaşıldığı yoksa cemaatin yönetiminin doğrudan organizasyonuyla mı bulaşıldığı ve Fethullah Gülen’in onayının olup olmadığı sorularına cevap aranacaktır.

Ahmet 
Twitter: @a_wolfenstein

*Türkan Saylan'ın Ergenekon davasından evinde arama yapıldığını ve kanser olduğunu ve 35 gün sonra vefat ettiğini son 35 gününde kanserken medyada hakkında birçok karalayıcı haber çıktığını belirteyim. Polisin sabah gittiği yazıyor haberde o sabahtan kastedilen sabah saat 6 mıdır bilmiyorum. Küçük bir bilgi ama cemaatte aynı acıları çekenler şu an çok güzel empati yapıyordur ve bu bilgideki tüm yanlışlıkları görüyordur. Sadece içimden geldi bunu bilgiyi belirtmek belki bilemeyen vardır hala diye. Yoksa bazı gazeteciler gibi 'özeleştiri yap cemaat, bak Saylan'a bunu yaptınız' diyen insanlar gibi değil. Zaten bunları yapanlarla mücadele edilsin diye bu yazı dizisini yazıyorum, bunları yapan cemaat tabanı değildir.

2 Yorumlar

  1. Bu soru verilmesi öncelikle orta-3 talebelerine askeri lise ve polis koleji sınavı sorularının verilmesi ile başladı. Cemaatin namusu olarak gördükleri, bbtm ve eyalet abilerinin en çok önemsediği konunun en başında askeri liselere eleman cemaat talebesi sokmak vardı. Hatta vasıflı öğrenciler özellikle seçilirdi. Şimdi eskiden internetin kısıtlı olduğu,sosyal medyanın olmadığı zamanlarda sorular yıllarca evlere SİSTEMATİK şekilde servis edildi. Bu sınavlar normal Liselere giriş sınavından ayrı yapıldığından soru dağıtılmasını sümenaltı etmek daha kolaydı. Cemaat askeriye/polislikten sonra hızını alamayıp ALES ve KPSS gibi diğer özel sınavlara göz dikti 2010'lara doğru. Bunlar da sistematik olarak dağıtıldı çünkü akademide ve kamuda cemaat her yerde olmalıydı (!). Daha sonra anlattığınız gibi soru verme ayyuka çıktı. Bunu cemaate söyleyince şöyle savunma yaptılar: "cemaatin ihtiyacı mı var, bak ÖSS sonuçlarına". Evet cemaat dersaneleri ÖSS de gerçekten hakkıyla dereceler alıyordu ve onlarda şaibe yoktu,zaten olsa büyük infial oluştururdu. Ama zaten KPSS, ALES, askeriye soruları zeki çocuklara değil derslerde ortalama başarılı ama cemaate tam bağlı kişilere verilip onların kurumlara girmeleri sağlanıyordu. Gerçekten zeki olanlar ÖSS'de hakkıyla derece yapıyordu. Bu ayrım da gözden kaçmamalı. Cemaatin hakkıyla ÖSS dereceleri yapmaları hatta olimpiyatlarda madalya almaları ALES, KPSS, Askeriye, Polislik gibi yerlerde soru çalmaları gerçeğini değiştirmiyor maalesef.
    çetin akyol

    YanıtlaSil
  2. 1990'lı yıllarda yoktu bu soru olayı. 2000'li yıllarda başlamış olmalı. İnsan kalitesi düştükçe fetvalarda sınırlar genişledi galiba.

    YanıtlaSil
Daha yeni Daha eski