
Yıllar önce BBC'de yayınlanan Planet Earth adlı belgeselde bir sahne seyretmiştim. Afrika'da çok büyük bir incir ağacında yaşayan bir şempanze grubu vardı. İncir ağacı onların yiyecek ihtiyaçlarını karşılamalarını ve rahat bir hayat sürmelerini sağlıyordu. Dışarıdaysa yiyecek bulmakta zorlanan başka bir şempanze grubu vardı (150 şempanzelik büyük bir grup). Bir gün dışarıda kalan grup toplanıp incir ağacını ele geçirmek üzere bir çeşit operasyon düzenliyor. Grubun üyeleri tek sıra halinde ilerliyorlar, sessizce hareket ediyorlar, sıra dışı bir ses duyduklarında durup dinliyorlar, düşman grubun izlerini dikkatlice inceliyorlar, sonunda incir ağacına ulaştıklarında durup grubun büyüklüğünü anlamaya çalışıyorlar ve bir anda hep birlikte çığlıklar atarak saldırıya geçiyorlar. İncir ağacı üzerindeki grup her şeyden habersiz sakin sakin beslenirken neye uğradığını şaşırıyor. Kaçabilenler kendini kurtarıyor. Kaçamayanları saldıran gruptakiler öldürüyorlar ve hatta bazılarını parçalayıp yiyiyorlar. Sonuçta incir ağacı operasyonu yapan grup tarafından ele geçiriliyor. Videosunu bu linkten seyredebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=al-f_WWoHI4
İnsanlık tarihine de baktığımızda kaynakları ele geçirme kavgasının çok merkezi bir rolü olduğunu ve insanın şempanzelerden farklı olmayan bir yönü olduğunu inkar etmek mümkün değil. Aynı bu videodaki şempanzeler gibi insanlar da pek çok mücadelede ilkel bir seviyede ikiye ayırıyor tarafları "biz" ve "onlar". Ve bu ayrım içgüdüsel olduğu için çok temel ve güçlü duygulara neden oluyor.
Kendi adıma ben son bir kaç yılda yaşanan olaylara kadar insanın bu hayvani yönünü görmeyi reddettim. Öncesinde de çok basit siyah ve beyazlardan oluşan bir bakışım yoktu belki ama yine de belirli bir seviyede "bizimkiler" iyiydi, "onlar" kötüydü. Bu "biz" in ve "onların" içerisine ne koyduğunuz size kalmış (ben "biz" olarak tüm dindarları gören birisiydim, Cemaatle ilişkim onları da bu cümle içerisinde biz olarak görmekten ibaretti). Osmanlı ufak tefek hataları olsa da asıl olarak kötülük yapmazdı, tek parti dönemi kötüydü, çok büyük zulümler yapmıştı ama ona karşı mücadele eden "bizimkiler" iyiydi, "bizim" parti vesayeti yıkıyordu ve iyiydi diğerleri "kötüydü" vs. Tabi ki herhangi bir olayda bir tarafın ahlaki olarak daha üstün olması son derece doğal fakat buradaki durum bunun ötesinde "bizimkilerin" hatalarını görememe, görmek istememe, o konuları araştırmama, o konulara odaklanmama fakat "onların" hatalarına odaklanma, doğrularınıysa görmek istememe, araştırmama, oralara odaklanmama gibi bir durumu içeriyordu. Mesela Harre vakası diye bir olayın varlığını, Emevi devletine bağlı İslam ordularının Medine'ye saldırıp sahabeleri öldürdüğünü, kadınlarına, kızlarına tecavüz ettiklerini, bundan dolayı çok sayıda babası belirsiz çocuk doğduğunu ve fıkıhta bu kişilerle ilgili hükümler verilirken ayrı bir kategori olarak bunlara evladı harre dendiğini, aynı orduların Mekke'ye saldırarak mancınıklarla Kabe'yi iki defa yıktıklarını daha önce bilmiyordum. Bu bilgiler çok gizli olduklarından değil aslında bilmeyi tercih etmediğim için bilmiyordum. Veya Kanuni döneminde işlenen bir cinayeti işleyenler bulunamayınca, halk arasındaki söylentilere itibar eden padişahın o sıralar İstanbul'da odunculuk ve sebze satıcılığı gibi seyyar esnaflık yapan sekiz yüz Arnavutu hiç bir mahkeme yapılmadan cellata verdiğini de bu dönemde öğrendim. Veya Kuyucu Murad Paşa'nın Celali isyanlarını bastırırken çoluk çocuk demeden çok büyük katliamlar yaptığını vs.
Tabi ki ne bizim tarihimiz bunlardan ibarettir ne de bunlar sadece bizim tarihimizde olan şeylerdir. Ama geldiğim noktada insanın hayvani yönünü inkar etmenin İslamı ve onun gönderildiği insanı anlamayı imkansız hale getirdiğini ve bunun dini ve diğer inandığım değerleri incir ağacağını ele geçirme kavgasında birer araç konumuna indirgediğini düşünüyorum (Şerif Mardin bir zaman insanın bu şeytani yönünün bizim kültürde anlaşılmayışının edebiyatta yaratıcılığı sınırladığını söylüyordu ama daha da genel olarak insanın anlaşılmasını engelliyor sanırım bu durum). Oysa bana göre din tam olarak insanın bu hayvani yönüyle mücadele etmek ve insanları şempanzelerden daha ulvi bir duruma ulaştırmak için gönderilmiştir.
Buradan son yıllardan yaşadığımız olaylara gelirsek, tüm kesimlerin bu çerçeveden baktığında yapması gereken önemli muhasebeler olduğunu düşünüyorum ve bence kimse bu muhasebeyi yapmıyor hala.
Kendi adıma yaptığım ve yapılması gerektiğini düşündüğüm bazı sorgulamalar şunlardır:
1. Siyasetle yani incir ağacını ele geçirme kavgasıyla ilişkisini kesmesi gerekiyor cemaatlerin. Cemaatler ve diğer dini gruplar bu ilgilerini siyaset yoluyla elde edilecek kaynakların (mesela devlette elde edilecek bir pozisyonun) hayır işlerinde kullanılması gibi düşüncelerle temellendiriyorlar. Burada sorunlu bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Benim anladığım şekliyle pek çok dindar bir gün bir çeşit asrı saadete ulaşma fikriyle yaşıyor. İyilikle kötülük mücadele edecek ve sonunda bir gün iyilik galip gelecek böylece hep birlikte huzur ve mutluluk içerisinde yaşayıp gideceğiz gibi bir bakış açısı. Bir zaman sosyalizm davası güdenlerde de olan bir bakış açısı bu aslında. Fakat yukarıda bir kaç örneğini verdiğim gibi aslında hiç bir zaman tam manasıyla böyle bir asrı saadet olmuş değil. İnsanın içerisindeki şempanze hep vardı ve hep var olmaya devam edecek. İslam ulaşılıp bitecek bir hedef değil gidilen yolun kendisidir. O nedenle hiç bir cemaatin, dini grubun daha büyük bir hayırlı hedefe ulaşmak için bugün daha küçük gayrı meşruluklar yapması meşru olamaz zira ulaşılacak daha büyük bir hedef yok, tek hedef hep devam eden ve hiç bir zaman bitmeyecek bu iyilik mücadelesinde meşruluktan ayrılmamaktır. Mücadelenin amacı gelecekteki büyük hayırlar için kullanılacak gücü ele geçirmek değil de doğru yoldan ayrılmadan mücadeleyi yürütmek olduğunda kaybetmek gücü kaybetmekle değil meşrutiyetten ayrılmakla olmaktadır. O yüzden bu yapıların iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmayı kendilerine misyon edinmesi ve bunun dışında bir hedefle ilgilenmemeleri gerekir. Bu da gücü doğrudan kullanmamayı gerektirir. Mesela bir savcıya veya hakime adil olmayı, hiç bir etki altında kalmadan vicdanlarıyla karar vermeyi salık vermek yapılması gerekendir. Bu durumda bu kişilerin bu telkinlere rağmen verecekleri yanlış kararlarının, içlerindeki şempanzelerin sorumluluğu alınmamış sadece doğruları söylemekle yetinilmiş olur ki bu şekilde temiz alanda kalmak mümkündür. Oysa aynı savcıyı veya hakimi etki altına alarak doğrudan kararlarını belirlemek gücü doğrudan kullanmaktır, bu mevcut kabul edilen kurallara göre meşru olmadığı gibi içimizdeki şempanzenin kaçınılmaz olarak bu kararlara karıştıracağı hayvani etkilerin sorumluluğunu dini ve ahlaki olana yüklemektir, bunlarla dini ve ahlaki alanı kirletmektir.
2. Dindarlar olarak geçmişteki kavgaların aslında özünde bir incir ağacını ele geçirme kavgası olduğunu görmemiz gerekiyor. İster iktidarda kalmak için belirli hatalara (mesela yolsuzluklara) göz yumulması olsun, ister belirli yerlerde "bizim" adamlarımız olsun diye sınav soruların verilmesi gibi haksızlıklar olsun bunların hepsi özünde kaynakların ele geçirilmesi ile ilgili kavgalardır. Dindarlar bu kavgada kendi taraflarında gördüklerini bir şekilde korudular, kolladılar (ister Ak Parti'nin yaptıklarını ister Cemaatin yaptıklarını gerçekten hiç fark etmemiş miydi dindarlar siyasi kavgalar başlayana kadar?). Bugün artık bunun bir muhasebesinin yapılması ve geçmişteki kavgaların ahlakla ilgili kısımlarıyla kaynakla ilgili kısımlarının bir birinden ayrılması gerekiyor. İslam'ın ilk dönemlerinde daha ilk halifeler dönemindeki kavgaların dahi ciddi siyasi yani kaynak paylaşımına dair boyutları var (mesela halifeliğin hanedana dönüşme korkusu nedeniyle Haşimiler tarafından desteklenen Hz. Ali'nin halifeliğine Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir tarafından sıcak bakılmaması ama bunu engellemeye çalışırken işin sonunda Hz Osman'ın halifeliği ile gücün Ümeyyeoğullarına geçmesi veya alt sınıflardan olan ehli Suffa'nın Hz Ali'ye destek olurken daha üst sınıflardan tüccarların Hz. Ebubekir ve Hz Ömer'in yanında yer alması vs.). Cumhuriyetin ilk dönemindeki kavgaların da benzer boyutları var. Bugünkü kavgaların da temeli siyasidir. O halde bu kavgalardaki pozisyonları kutsamanın anlamı yok. Ahlaki olanla siyasi olanı bir birinden ayırmak lazım yoksa bugünkü siyasi kavgaların içerisine de kutsiyet ve dinin sokulmasından şikayet etmeye hakkımız olamaz.
3. Artık "biz" ve "onlar" kavramlarının yeniden ele alınması da bir zorunluluk haline geldi. Şempanzelerinkine benzer bir biz ve onlar anlayışı insani ve İslami değildir bana göre. Geçmişteki pek çok sorunun arkasında bu türden bir yaklaşım olduğu gibi bugünkü sorunların da arkasında bu türden bir yaklaşım vardır. Olması gereken olaylara ve mücadelelere daha bireysel ve ahlak temelli bir bakışla bakmaktır. Herhangi bir olayda, herhangi bir mücadelede o andaki konuyla sınırlı olmak üzere ahlaklı olanı savunan, ahlaklı pozisyon alan her kimse tarafı tutulması gereken de odur. Bir sonraki olayda bunu yeniden değerlendirmek gerekir. Kaynakların paylaşımı konusunda aynı tarafta olduğumuz ve çıkar ilişkisi içerisinde bulunduğumuz kişi ve gruplarla (dindaşlarımız, soydaşlarımız, sosyal sınıfımız, partidaşlarımız, cemaatdaşlarımız vs.) statik bir "biz" ilişkisi kurduğumuzda artık onların yanlışlarını görmekte veya bu grupların karşısında "onlar" olarak değerlendirdiğimiz kişi ve grupların doğrularını görmekte sorunlar yaşamamız kaçınılmaz oluyor insan doğası gereği. Statik ilişki ahlaki kurallarla aramızdaki ilişki olmalıdır zira ben Allah'ın her zaman "bizimkilerin", Müslümanların, milletimizin vs. tarafında değil her zaman ahlaklı olan tercihlerin yanında olduğuna inanıyorum. Kimse Allah tarafından seçilmiş değildir en azından buna dair objektif bir bilgimiz yok elimizde oysa Allah bize doğruyu iyiliği emretmiştir. O nedenle eğer milletimiz ahlaklı olanı yapıyorsa, dindaşlarımız iyiliğin peşindeyse, partimiz bir konuda haklıysa tabi ki onun yanında oluruz ama eğer buralarda bir çelişki varsa Allah'ın tarafında olmanın ölçüsü bizimkilerin yanından ayrılmamak değil ahlaklı olandan ayrılmamaktır.
4. Bununla doğrudan ilgili olarak insanların hepsi Allah'ın kuludur. Allah'ın insanların büyük bir kısmını iyi davransalar dahi sadece cehenneme atmak için yarattığını ve nominal olarak Müslüman olanlarıysa kelimei şehadet getirdikten sonra ne kadar kötülük yaparlarsa yapsınlar cennetine garanti sokacağını düşünmek bence Allah'ın adil sıfatıyla çelişir. Ben herkesin imtihanının farklı farklı olduğuna inanıyorum. Müslümanların sorumluluklarıyla diğerlerinin sorumlulukları (aslında her insanın kendisine verilen şartlar içerisindeki sorumlulukları veya imtihanı) farklıdır benim anladığım şekliyle. Bu bağlamda "biz" ve "onlar" kavramlarını Müslüman olmayanlara uygularken de yine bu ahlaki bakışla değerlendirmek gerektiğini ve gayri müslimlerin sadece kötülüklerini görmeyi, iyiliklerini görmezden gelmeyi, Müslümanlarınsa sadece iyiliklerini görmeyi ve kötülüklerini görmezden gelmeyi doğru bulmuyorum. Müslümanların yaşamakta oldukları fetret durumundan bu bakışla çıkamayacaklarını ve bizler kadar Allah'ın kulu ve İslam mesajının muhatabı olan diğer insanlara söyleyecek bir sözünün olamayacağını düşünüyorum. Özellikle hukuk ve ahlak konusunda çok ciddi sorgulamalar yapmış, çok önemli düşünceler ortaya koymuş pek çok filozof ve düşünür var Batı dünyasında. Bu insanlar bu düşünceleri bize tuzak kurmak için üretmiş değiller. Samimi olarak kendileri bu konuları dert edindikleri için üzerinde düşünmüş ve üretmişler. O halde Müslümanların da İslam'da her şeyin en güzeli var diyerek tüm bu çabaları ve ürünleri yok saymak yerine bu düşüncelerden faydalanmaları gerekmektedir.
Kısaca tüm yaşananlardan sonra entelektüel boyutları olan bir dindarlığın bu sorgulamaları yapmadan ayakta kalabileceğini düşünmüyorum. Amerika'daki evanjelikler gibi bu sorgulamaları yapmadan, hatta yeri geldiğinde akıl ve mantığı tümüyle devre dışı bırakarak kendi doğrularına sorgulamadan iman eden gruplar mutlaka olacaktır, fakat dindarlar henüz iktidarla sınanmamışken ahlaki üstünlüklerine samimiyetle inanan İslamcıların bu sorgulamaları yapmadan ve ahlaki tutarlılığı olan söylemler üretmeden var olabilme ihtimalleri kaldığına inanmıyorum. Gelinen noktada eski söylemleri aynen tekrarlamaya devam eden hoca efendilerin ve cemaatlerin itibarlarında ve inandırıcılıklarında yaşanan ciddi erozyonun temelinde de yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçeklikle bu söylemlerdeki idealler arasındaki büyük uçurum olduğunu düşünüyorum.
Selamlar,
-Ahmet Şeker