Bahattin Karataş'ın Bir Yazısı Üzerine Değerlendirme

 

Burada iki MFP YYK üyesi ve yazarı olarak biz, Enes Gökçe ve İsa Hafalır, yakın zamanda Bahattin Karataş’ın “Abilik...! Abilik Nedir, Kimler Bu Abiler?” başlığı ile Samanyolu Haber sitesinde çıkan bir yazısına (kaynak) dair bir inceleme, değerlendirme ve eleştiri yazısı kaleme alıyoruz. Bu MFP’de çıkan ilk “beraber yazılmış, müşterek” (coauthored) yazı. Bizim için de farklı bir tecrübe. 

Öncelikle Karataş’ın yazısından spesifik bölümleri değerlendireceğiz. Onun yazısındaki bölümleri tırnak işaretiyle belirttik. Spesifik bölümlere dair değerlendirmelerimizden sonra genel değerlendirme ve yorumlarımız ile bitireceğiz. 

Spesifik Değerlendirmeler 

“İzmir'de sayılı bir iş adamı iken kim Allah rızası için Trabzon'a, Karadeniz'e gider denilince 'Ben!' deyip öne atılmak, neyi varsa satıp taşınmaktır abilik... Gidip de ekmeğe muhtaç bir halde, yıllarca yoksul yaşamaktır abilik…” 

Zengin birisinin İzmir’den Trabzon’a dinini anlatmak için gitmesine saygı duyarız. Ama gidip de yıllarca ekmeğe muhtaç halde yaşaması, övünülecek bir şey değil. İslam’da yoksulluk, bela, sıkıntı istenmez. Gelirse de gidermesi için Allah’a dua edilir. Acıyı, sıkıntıyı yüceltmek Protestan ahlakında olan bir şeydir, Müslüman ahlakında değil. 

İslam fıtrat dinidir. Peygamberimiz (sav), Miraç’ta sunulan süt, bal ve şarap arasından, fıtratı temsil eden sütü tercih ediyor. İyi bir Müslüman olma motivasyonu olan kişilere de çizilen yol haritası, fıtrat üstüne olmalıdır. 

“Abilik; evinde yakacak bir şey bulamayınca çuvalı sırtına alıp mahallede kim odun, kömür almış gündüz bakıp bıraktıkları kıymıkları ve kömür parçalarını akşam kimse görmeden toplamak, ancak sobada yakmaya, kışı evinde öylece geçirmeye denir…” 

Fakirlik zordur. Allah geçim derdi yaşayanlara sabır versin. Ama fakirliği bir abilik standardı olarak görmek, problemli bir tutumdur. Kronik fakirlik sosyolojide bir problem olarak görülür. Sosyal bilimciler fakirlik döngüsünü kırmanın üzerine kafa yorar. O genç abinin fakirlikle mücadelesi takdire şayandır elbet. Allah sabır ve kolaylık versin. Ama bir hareketin teorisini, sistematiğini geliştiren kişiler, harekete gönül vermiş kişiler için böyle bir fakirliği standart olarak belirlememeliler. İşin başındaki kişiler için fakirlik, çözülmesi gereken bir problem olarak görülmelidir, yüceltilecek bir şey değil. 

Evini öyle ihmal etmektir ki, haftalar sonra hizmetten evine dönen beyine evin hanımı, “bey çayı balkonda içsek” ricasına neden denilince de duygulanarak “özür dilerim konu komşu beni dul biliyor, zaman kötü, ne olur ne olmaz evimde de bir erkeğin olduğu görülsün istedim..”dir abilik… 

Hz. Ömer’in halifeliği zamanında bir kadın kocasını şikâyete gelir. Sürekli ibadet ettiği için kendisi ile ilgilenmediğini ima eder. Kadının kocası çağrılır. Hz. Ömer’in yanındaki birisi de adama her dört günden birisini eşine ayırmasının ailesinin hakkı olduğunu söyler. İzah olarak da şunu der: 4 eşe kadar izin varsa, her gün birisi ile ilgilenmeye de izin vardır. En kötü durumda dört günde bir sıra gelmesine müsaade vardır. O yüzden en az 4 gününden birisini ailesine ayırmasının zorunlu olduğunu söyler. 

Karakaş’ın bahsettiği uzun süreli eşinden ayrı olma durumu eğer özel bir durum değil de bir hayat tarzı olmuşsa, sorunlu bir yaşam tarzı demektir. En basitinden öyle bir abiye şunu demeye hakkımız var: Eşinizle vakit geçirmeyecekseniz evlenmeyebilirdiniz. Evlenmek zorunda değildiniz, ne diye eşinizin başını yaktınız, bu denli bir yalnızlığa mahkûm ettiniz! 

“Bazen İbrahim (as) gibi Nemrutların ateşinde yanan, çoluk çocuğunu terk edip yollara çıkan ve bizi kime bırakıyorsun denildiğinde de Allah’a! Deyip arkasına bakmadan yoluna devam etmektir abilik..” 

Burada Karakaş, İbrahim-Nemrut örneği verip Hacer validemizle Hz. İsmail’in arkada bırakılmasını bir abilik davranışı olarak çizmiş. Hz. İbrahim Yaratıcı’dan, her şeyi gören bir Zat’tan direkt mesajlar alıyordu. Aksi halde çölün ortasında bir kadınla bebeği bırakmanın bir izahı olmazdı. Hz. İbrahim’in istisnai durumunu genel bir kaide gibi sunmak, sorunlu bir bakış açısıdır. Olayın çarpıklığını daha rahat anlamak için şöyle örnek verelim: birisi çoluk çocuğu terk edip, onları Allah’a bırakma fiilini ABD’de yapsa, CPS (Çocuk Koruma Programı) yetkilileri, çocuk istismarı gerekçesi ile çocuğa el koyar. Aileden alınır o çocuk, ebeveynleri sesini çıkaramaz. 

Kaldı ki çoluk çoluğunu arkada bırakacaksanız, ilgilenmeyecekseniz, neden çocuk yaptınız ki? Çocuk yapmak zorunda değildiniz. Başkalarının çocuklarının ahlaki gelişimi adına endişe duyup kendi çocuğunu ihmal etmek çok mu normal görünüyor? Görmüşsünüzdür, bu tarz çocuklar büyüyünce ebeveynlerine ve onların yaşam tarzlarına çok tepkili oluyorlar. 

“Bazen de evinin yolunu unutur abi!.. Ankara'dan İstanbul'a taşınan evinden haberi yoktur. Eski eve gelir, zili çalar karşısında yabancı birini bulunca, ''özür dilerim burası bizim ev değil miydi? Bizimkiler nerde?'' sorusuna ''Hayır abi sizinkiler kaç ay oldu İstanbul’a taşındılar...'' sözüyle geriye dönmektir abilik…” 

Bu nerden tutsan elde kalan fantastik olayı analiz etmeyeceğiz. Okuyucularımız kendi yorumunu kendileri yapsınlar. 

“Üç beş kişinin vebali, tüm bir hareket ve temsilcilerine yüklemek adalet değildir.” 

Burada yazar çok temel bir noktayı gözden kaçırmış: kurum adına hareket eden kişilerin problemli davranışlarından kurum mesuldür. Tüm kurum personeli mesul değildir elbet ama onlar da zan altında kalır. Bugün takdir ettiğimiz batı değerleri arasında sorumluluk alma (accountability) de vardır. Mesela bir taciz vakasında “Şahıslara takılmayın! Başınızdaki kişi sizi taciz etmiş olabilir, biz işimize bakacağız” gibisinden bir savunmayı düzgün bir kurumda göremezsiniz. Cemaat kurumu için de durum farklı değildir. Hatalara yönelik hiçbir sorumluluk almayıp, olayın üstünü kapatıp, “kabahati harekete yüklemek doğru değil” derseniz, sorumsuzluk edersiniz. Bu olduğunda kuruma bağlı insanlar tepki gösterip istifa edebilir, kurumla iş yapan diğer kuruluşlar bir tepki olarak anlaşmalarını yenilemeyebilir. 

Örnek verelim buna. Mühendislerin daha çok aşina olduğu bir isim olan Walter Levin, hayatı başarılarla dolu ünlü bir fizikçidir. Massachusetts Institute of Technology’deki (MIT) çok iyi ders anlatımları ile meşhurdur. 2013 yılında Walter Levin’in online bir ders verirken cinsel tacizde bulunduğu tespit ediliyor. Bunun üstüne MIT, Walter Levin’in “Emeritus Profesör” unvanını iptal ediyor ve MIT’nin web sitesindeki bütün ders videolarını kaldırıyor! Evet, kurum sorumluluk alıp, kişileri sorumlu tutmasaydı itibar kaybına uğrardı. Bir tacizciyi korumuş olurdu. MIT “Şahıslara takılmayın, onların derdi MIT’ye zarar vermeye çalışmak. Yedirmeyiz hocamızı” demedi. Hoca ile arasına gerekli mesafeyi çok net koydu. Cemaat en baştan Sezailere karşı böyle bir tavır sergileyebilseydi, bugün çok daha farklı bir yerde olurdu diye düşünüyoruz. Sonuç olarak, cemaat hata yapan kişileri sorumlu tutmazsa tüm hareket zan altında kalır, sevenlerinin boynunu bükük bırakır. 

Genel değerlendirmeler 

Şimdi genel değerlendirmelerimize geçelim. Karakaş’ın yazısı Gülen cemaatinde tek problemin “kötü abiler” olmadığını, “iyi abiler”in de aslında gayet problemli olduğunu gözler önüne seriyor. Yanlış anlaşılmasın, iyi niyetli abilerin kasıtlı bir şekilde yanlış şeyleri yapması değil bu. Sorunlu öğretilerden dolayı iyi abilerin de problemli olabileceğinden bahsediyoruz. 

Hani “çürük elmalar” olarak nitelendirilen ve makamlarını haksızlıklar yaparak, insanları ezerek, lüks içinde yaşayarak kötüye kullanmış abiler vardır ya, onlardan bahsetmiyoruz. Gayet yumuşak başlı, fedakâr, dininde dikkatli abilerden bahsediyoruz. İşte onlar da problemli. 

Neden problemli? Çünkü onlar bir rahip veya keşiş gibi bir hayat yaşamayı kutsamışlar kendi kafalarında ve bundan gurur duyuyorlar (burada ortaya derinlerde gizlenmiş bir kibir de çıkıyor muhtemelen, ama Allahu alem.) Onlar dünya zevklerini terk ettikleri için yaptıkları şeyin doğru olduğunu varsayıyorlar. Bunu terk ettikleri sürece onların gözünde anlattıkları (ve insanları ağlama transına geçirerek kaba tabirle beyinlerini yıkayan) “Hocaefendi” ve “Hizmet” rüyalarının, dilden dile geçerken efsaneye dönüşmüş yaşanmışlıkların vs. hiçbir mahsuru yok. 

Çünkü onlar maddiyat beklemiyorlar. Çünkü onlar da ağlıyorlar ve ağlayıp ağlattıkça mutlu oluyorlar. Çünkü başkalarının da duygu yoğunluğu içinde yaşaması lazım, biz ahir zamanda Peygamberimizin (sav) kardeşlerim dediği insanlarız diye düşünmesi lazım, “hizmet”i kutsayıp “hizmet” onlara ne derse sorgusuz yerine getirmesi lazım. Bu ailenle gelecek hafta Afrika’nın en fakir ülkesi Somali’ye gidiyorsun, tayinin çıktı demek olabilir; abiler senin şu kurumun insan kaynakları bölümünde çalışmanı uygun gördüler tavsiyesi(!) olabilir; yeni okul yapılacak o yüzden borcun olsa da himmetini bu sene arttırmalısın baskısı olabilir. Yanlış anlaşılmasın, burada bahsedilen fedakarlıkları yapan insanlara yaptıkları şeyler iyi şeyler olduğu sürece saygı duyulur. Sorun seçilmişlik hissiyle hareket edip, kendisine ağır gelecek, fıtrata aykırı bir fedakarlığın altına girmekte, bunu yüceltmekte. 

Fedakarlığın bu kadar kutsanması çok büyük bir problem. İnsan nefsi İslam'da azizdir. Fedakarlığın buna zarar verecek hale gelmesi duygu istismarıdır. Karakaş'ın yazısında çizilen 'iyi abiler' profili, bu problemin epidemik olarak Gülen cemaatinde yayılmasındaki ana faktördür. Bir abinin yapması gereken dengeli olmaktır. “Daha yok mu, daha yok mu” demek değil, “insanî” olan ne ise onu yapmaktır. Kendilerini değerli ve önemli bir yere koymuş etrafındaki insanlara “hizmet er”liğini değil onlar için huzur, denge, hayır ne ise onları tavsiye etmektir.(*) Ama onlar hocaefendilerinden öyle görmemişler, ne yapsınlar? Bizce azıcık durup düşünsünler. Düşünsünler artık biz nerede yanlış yaptık diye. 

Enes Gökçe ve İsa Hafalır 

(*) Bir üniversiteli gence fakirliğin, sefilliğin yüceltilmesi yerine bilim aşkı aşılanabilir, kendi ihtisas alanında yetkin olmanın zevki anlatılabilirdi mesela. Bölge evlerinde kalanlar bilir, böyle şeylerin tahşidatı yok denecek kadar azdı.
Düzeltme :

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski