Cemaate Ne Kadar ya da Nereye Kadar Güvenmeliyiz?

Hiç! Çok ciddi söylüyorum, kocaman bir hiç! 

Biraz müsaade edin açıklayayım. 

Yıkılası Yalnızlık: #Kardeşin duymaz, #Dert geçer, çiçekler açar 

(Yazıyı Zülfü Livaneli, Kardeşin Duymaz dinleyerek okuyabilirsiniz) 

Cemaat Türkiye'de hiçbir zaman çok sevilmedi, tamam. Öyle veya böyle cemaat, bütün makul olma iddialarına rağmen ülkenin her kesimine hitap edememesi bir yana, hatta bazı kesimleri tarafından oldukça antipatik bulunurdu. Ne var ki, en sevmeyenlerinin bile kabul edeceği bir gerçek var ki, cemaat ülkenin en güçlü yapılarından biriydi. Tabi şüphesiz, ülkenin gündemine özellikle 21. yüzyıl başlarında damgasını vurdu. Yaptığı işlerde başarılıydı ya da girişimleri onaylanırdı veya hoş karşılanırdı anlamında söylemiyorum. Aksine, cemaatin başarılı olduğunu iddia ettiği birçok işinde bile aslında “mediocre” (vasat) olduğunu düşünüyorum. Vurgulamak istediğim, cemaatin gücü! İster iyi anlamda olsun ister kötü… 

Cemaatin herkes tarafından takdir edilen gücü organizasyon yeteneğinden gelirdi. İnsan sayısı veya kalitesine bakılmaksızın, cemaat sadece Türkiye'de değil dünyanın dört bir tarafında organize olmayı başarabilmiş, değişik unsurlarının birlikte hareket etme kabiliyetinin oldukça üst düzeyde olduğu, ciddiye alınması gereken bir güçtü. Türkiye özelinde bu güç daha ziyade ülkenin hemen hemen bütün kurum ve kuruluşlarında varlığını bazen kendi ailelerinin bile bilme şansının olmadığı “mahrem” cemaat üyeleriyle kendini hissettirirdi. O eski günlerde, çoklarının iddiasına göre, bugünlerdeyse hemen herkesin bildiği şekliyle, cemaat ülkenin en güçlü kurumlarında, neredeyse en etkin şekillerde kendini temsil ettiriyordu. Ne kadar olduğunu bilme şansımızın çok da olmadığı bu temsili asıl güçlü yapansa, bu temsili oluşturan, ince elenip sık dokunarak oluşturulduğundan nerdeyse kimsenin şüphesinin olmadığı şahane bir organizasyon kabiliyetiydi. 

Bu organizasyonun gerçekten ne düzeyde olduğunu inanın kolay kolay hiçbirimiz kestiremeyiz! Düşünün, Gmail uygulaması yapmışlar, ama Gmail değil; o modern görünümlü, Atatürkçü, belki biraz da “din karşıtı” arkadaşınız aslında din merkezli bir cemaat yapılanmasının üyesi; aklınıza gelebilecek bütün meslek gruplarında örgütlenmiş, gerektiğinde koordineli bir şekilde çalışan, alt ve üst birimleriyle tek bir amaca hizmet eden sofistike bir yapı. Normal bir üniversite öğrencisinin içinde milyonlarca lira, belki dolar, olan bir çantayı “öyle” bir yerden bir yere götürmesi adiyattan. Yayınevleri, gazeteler, televizyonlar, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, ekonomistler, sayamayacağımız kadar çok unsur. Sadece kamuoyuna yansıyan kadarını düşündüğümüzde bile idrakleri aşan bir organizasyon. Cemaatin organizasyon kabiliyetinden gelen gücü, yazının bu kısmında ifade etmeye çalıştığımın çok daha ötesinde. Sanırım bu herkesin malumu olsa gerek! 

Derin ve Hızlı Çöküş: #Dershaneler kapatılamaz, #Okuluma dokunma, #hashtag 

Cemaat-Ak Parti kavgası olarak tanımlanan süreç başladığında bugün yaşadıklarımızı göreceğimiz bilmiyorum, kaç kişinin aklına gelirdi. Şu var ki, cemaatin benzeri süreçlerde eskiden benimsediği stratejiyi benimsemediği çok açıktı. Dershanelerinin devlet “zoruyla” özel okula dönüştürülmesini kabul etmeyecek (bu kendi stratejisi olsa da bir süredir), gazetelerinin kapatılmasına direnecek, bankasının batırılmasına karşı amansız bir mücadele yürütecekti. Medyadan takip edilebildiği kadarıyla, resmi alanda da organize bir görüntü vermek ve toplu hareket tehdidini iktidara hissettirmek amacıyla sendikalaşacak ve dolaylı yoldan da olsa siyasete girmekten çekinmeyecekti. Gazete ve televizyonlarında ise cemaat kendi sesini her notadan duyuracaktı. Görünür yöntemlerinin hemen hepsiyle cemaat aktif bir şekilde sıkı bir mücadeleye girişmiş, tek faaliyeti iktidara karşı direnmek ve elindekileri kaybetmemek olmuştu. Haliyle, her demokratik ülkede olması gerektiği gibi. İnsanlar ekmek kapılarının kırılacağına, değerli olduğuna inandıkları yaşam alanlarının yok edilmesine karşı çıkmış ve bunun önlenmesi için meşru yollarla mücadele etme yollarına müracaat etmişlerdi. 

Hikâyenin devamı herkesin malumu! Cemaat her şeyini bir nefeste kaybetti. Maddi hiçbir varlığı kalmadığı gibi, toplumdaki imajı ve meşruiyeti olmak üzere Türkiye’de her şeyini kaybetti. Mücadele adına müracaat ettiği yöntemlerin hepsi cemaat üyelerinin suçlanmasına sebep teşkil edecek şekilde geri tepti. Banka batmasın diye yatırılan paralar, sendika üyelikleri, hepsi geri tepti. Mağdur olan insanların sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Türkiye’de daha önce cemaat kimliğiyle var olabilmiş hiç kimse geçmişleri hakkında, değil açıktan, kendi kendilerine bile konuşamıyorlar. 

Ve biz bu noktaya inanılmaz hızlı geldik. Çöküş o kadar süratli oldu ki, değil bahse konu cemaat, lokal düzeyde ve yasal düzlemde faaliyet gösteren herhangi bir dernek bile daha uzun süre mücadele edebilir, yıkılsa-dağılsa bile en azından kamuoyunda ki meşruiyetini ve masumiyetini koruyabilirdi. Cemaatin direnişi bir saman alevi kadar dahi süremedi. Bundan da ağırı ve yıkıcısı, gücüne vaktiyle hemen herkesin kanaat getirdiği organizasyon kabiliyeti, cemaatin kendi kendini bile döndüremeyecek kadar çöktü, çürüdü, dağıldı. 

Organize Mücadele: #KHK zulmü bitsin, #Af istemiyoruz, #hashtag 

Cemaat yıllardır, sahip olduğu insan kalitesiyle öne çıktığını iddia eder. Buna göre, iyi yetişmiş, yüksek eğitimli, aydın fikirli ve öngörü sahibi cemaat mensuplarının sayısı diğer başka cemaatlerde olmadığı kadar çoktur. Karşılaştırma yapmayı öncelikle diğer cemaat ve organizasyonlara karşı yakışıksız buluyorum elbette, ama cemaat için benzer bir iddia çok da haksız sayılmaz. Yıllardır üniversite sınavlarında yüksek başarı kazanmış öğrenciler, ulusal ve uluslararası bilimin her dalında düzenlenen olimpiyatlarda kazanılan madalyalar, bürokrasinin en önemli noktalarında alanlarında belki de en üst düzey tecrübeye sahip yüzlerce insan bu güce verilebilecek örneklerden sadece bazıları. Amerika, Avrupa ve dünyanın daha birçok yerinde akademisyenler, bilim adamları, yatırımcılarıyla eşine az rastlanır bir insan gücü. Tabi aynı zamanda, kolektif bilgi ve tecrübe birikimi göz önüne alındığında belki de dünya üzerindeki ülkelerin önemli bir kısmında bile bulunmayan bir insan gücü. Ve daha da önemlisi, bu gücü oluşturan organizasyon kabiliyeti olan bir cemaat! 

Bu iyi yetişmiş, alanlarında uzman ve kendini dünya çapında kabul ettirmiş insanlardan cemaatin yukarıda bahsettiğim mücadele sürecinde nasıl istifade ettiği bir yana, hatta sonrasında nasıl istifade edemediği bambaşka bir yana, bütün bu gücü oluşturan organizasyonun ne-nerede-ne kadar olduğuysa bu yana. Dışardan ve içerden göründüğü kadarıyla cemaat, ülkedeki mağduriyetlerle mücadele adına uluslararası arenada sesini duyurmasına ve mücadelesini sistematik ve hukuki bir şekilde sürdürmesine katkıda bulunacak şekilde bu organizasyon kabiliyetini harekete geçirebilmiş değil. İşin aslı ve trajiği, cemaatin ülkedeki antidemokratik yönetim ve yöntemlerle çok basit düzeylerde dahi bir sistematik mücadeleye giriştiğini söylemek oldukça zor. Affınıza sığınarak, Twitter’da hashtag açma, ülkedeki idareci ve gazetecilere, yine Twitter’da “mention”layarak, onlara seslerini duyurmaya çalışma ve ülke içinde olup da bir şekilde mağduriyetlere karşı sesini çıkaranlara karşı bu insanların heveslerin kırmaya çalışmaktan başka bir işe yaramayan faaliyetleri sistematik ve hukuki mücadele yöntemleri olarak tanımlayamıyorum. 

Tabi dahası da var, maalesef! Vaktiyle ülkede cemaati organizasyonu içinde olduğunuzu ve sonrasında da bu sebepten, en basit haliyle, işsiz kaldığınızı düşünün. Emin Ersöz’ün Zeytin Çekirdeği kitabında kendi hayat hikayesinde anlattığı gibi, dışarıda iş bulabilme imkânınız kısıtlı, açtığınız küçük bir kuruyemiş tezgahında bile hayat mücadelesi sürdürmenizi izin vermeyecek acımasız bir düzen içinde buluyorsunuz kendinizi. Ayakta kalmak için yol, yöntem danışabileceğiniz, hatta derdinizi dinleyecek bir dost-arkadaş dahi bulmak neredeyse imkânsız. Herkes sizden cüzzamlı gibi kaçıyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar etrafınızda olan insanları, yaşamınızda olan hareketi ve enerjiyi göz önüne getiriyorsunuz: Koskocaman bir tezat. Akıl almaz bir sosyal ve ekonomik izolasyonda buluyorsunuz kendinizi. Haftanın belki her günü istişare yaptığınız arkadaşlarınızın çoğu sizinle aynı durumda. Hemen hepsi çaresiz. Yüzbinlerce “kardeşiniz”, “arkadaşınız,” iştirak-ı ameliye düsturunca birbirinizin iyiliklerine ortak olacağınız cemaat mensupları korkunç bir karanlık çukurda, gittikçe azalan umutlarla içinde bulundukları zorlukları nasıl aşacaklarına dair belki de hiçbir fikirleri olmadan bekliyorlar. 

İşte bu noktada cemaatin vaktiyle küresel bir güç olmasının belki de en temel dayanağı olan ülke içi ve dışında organizasyon kabiliyetinin nerede olduğu ve ne iş yaptığı sorusu akıllara geliyor. Mağdur insanlara ulaşma, onlara maddi-manevi rehberlik götürme, yurtdışına çıkış süreçlerini kanalize etme ve orada hayata tutunma mücadelelerine destek olmak için ne gibi alt yapı çalışmalarının yapıldığı, ne tür çalışmaların, hangi düzeyde hayata geçirildiği konuları maalesef muamma. Kısacası, vaktiyle ülke içinde ve dışında olan insanlara ulaşma, onları yönlendirme konularında mesai harcayıp yatırım yapan bir grubun, kendi insanlarının içine düştüğü belki de yakın tarihin en dramatik ve trajik kriz durumlarından birine bu derece hazırlıksız olması ve bu derece kayıtsız kalması kendilerine sahip oldukları en büyük gücü sağlayan organizasyon kabiliyetleri hakkında ciddi soru işaretleri oluşmasına sebep oluyor. 

Kardeşlerim, neredesiniz! #Zulümbitsin, #850bebek, #hashtag 

Bunun insanı boyutuysa bambaşka! Şuradan başlayayım...Darbe olduğu ve insanların yaşamlarını sürdürebilmek için yurtdışına çıkmaları gerektiğinde, Ensarlık ve Muhacirlik üzerine söylemler çoğalmıştı. Haliyle, bu Peygamber Efendimiz ve Mekke muhacirlerine Medineli müminlerin nasıl ev sahipliği yaptığı üzerinden anlatılmıştı. Doğruyu söylemek gerekirse, yurt dışında, özel olarak Amerika’daki, cemaat faaliyetlerinin Türkiye’dekilere göre daha farklı olduğuna dair arkadaşlarımdan daha önce edindiğim izlenimlere göre, ensar-muhacir, ülke dışına çıkacak insanlara yardımcı olma gibi konularda sistematik ve suiistimalsiz bir süreç olacağına dair oldukça iyi niyetliydim. Biraz daha ötesinde, böyle bir sürece şahit olmak ve hatta az da olsa katkıda bulunarak içinde olacağımı hayal ederek kendimi şanslı addetmiştim. Artık beklediğim, bu minvalde hikayeleri dinlemek, insanların nasıl birbirine destek olduğunu, nasıl evlerini paylaştığını, maaşlarını nasıl ikiye böldüğünü, ticaretlerine ortak ettiğini, ekmeklerini bölüşüp sofralarında, evlerinde kardeşçe yaşadıklarını öğrenerek bu kriz sürecinin nasıl kazanıma dönüştüğünü öğrenmekti. Açıkçası, cemaatin var olduğu günden bu yana iddia ettiği kardeşlik, birlik-beraberlik ilke ve söylemlerini göz önüne alınca, bunlardan daha azı çok da kabul edilebilir değildi. 

Gerçekte neler yaşandığı bu ve benzeri içeriklere ilgi duyan herkesin malumu sanırım. Ne mi oldu? İnsanlar kendi başlarına kaldılar. Yapayalnız! Ülke içinde el uzatılmayanlar, yurt dışına çıkmaya çalıştığında kendi başına yolunu bulmaya çalışanlar, yurtdışına bir şekilde çıktığındaysa öyle ortada kalakalanlar hikâyenin özetinin özeti bile değil. Yenilmek, kaybetmek, mağdur edilmek ilk planda ne kadar önemli bilmiyorum, bence tartışılır. Düştüğünde yeniden kalkıyor insan, kaybettiğini geri kazanıyor, acıları diniyor, dertlerine teselli buluyor. Hayat devam ediyor bir şekilde. Dünün hüzün ve kayıpları, Allah’ın yardımı ve dostların desteğiyle, gün geliyor neşeye, güzelliklere dönüşüyor. Ne var ki, dostlarının elini nasıl havada bıraktığını, gerektiğinde nasıl unuttuklarını unutamıyor. 

O yalnız kalan dostlar ki, yıllarca maaşlarının belli miktarını, kazançlarından arttırabildiklerini maddi hiçbir karşılık beklemeden yurtdışındaki dostlarının ihtiyaçları için gönderdiler. Amerika’nın kendince bir eyaletinde bugün güven içinde yaşayan o dostlar, ülkenin bir şehir veya kasabasından gelenlerle geçimlerini idame ettirdi, hayatlarını sürdürdü. Uçak biletleri alındı belki, kaldıkları evlerinin kiraları ödendi yerine göre, aylık maaşları verildi kimilerinin. Ülkedeki cemaat mensupları kendilerini bu şekilde bir mağduriyet içinde bulacaklarını tahmin edemezlerdi şüphesiz, ama olacaktıysa o gün geldiğinde kendilerine sahip çıkacak “kardeşleri” olacaktı şüphesiz. Değil mi ki en başından beri bu iş “kardeşlik-uhuvvet” ve “ihlas” düsturlarına üzerineydi, “o gün” geldiğinde yalnız kalmayacaklarını beklemek en tabi haklarıydı. 

Dostlarım bir dakika, bireysel olarak veya etrafınızdaki birkaç arkadaşınızla yapmaya çalıştığınız yardımlardan bahsetmiyorum. Elbette biliyorum, yurtdışında olduğu halde kendileri de zorluklarla mücadele etmeye, hayatta kalmaya çalışan, bu arada da ülkedeki uzanabildiği insanlara ulaşmaya çalışanlar hiç de az değil. Yapılacaklar bunlarla mı sınırlı, yaşanan mağduriyetlerle karşılaştırıldığında ne kadarı daha yapılmalıydı, yapılabilirdi, onu bilemiyorum. Ben cemaatten, birliktelikten, organize ve sistemli hareketten ya da mücadeleden bahsediyorum. 

Bu cemaat değil miydi milyonlarca okuru olan gazetelerini, belki yüzbinlerce öğrencisi olan okullarını, meşru bankasını kaybeden. Daha da önemlisi, bu cemaat değil miydi belki yüzbinlerce mensubunun insanı ve anayasal haklarını kaybettiği. Madem “Hitlerle” kıyaslayacaktınız, madem “Nazi Almanya’sı toplumuyla” bir tutacaktınız ülkeyi, soruyorum o zaman. Amerika’da ses getiren, Birleşmiş Milletleri harekete geçmeye zorlayan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin daha fazla kayıtsız kalmasına müsaade etmeyecek kaç organize girişiminiz oldu. Hani dünyanın değişik ülkelerinde okullarınızda okuyan öğrencilerin o ülkelerin yöneticileri, idarecileri olmaya başlamıştı. Kaç ülkeyi bu noktada harekete geçirebildiniz? Söyleyin, mücadelenin şu kadarcığını bile yapamadıysanız, kim sizle, niye, “gönüllü,” “kardeşçe” yola çıkmaya karar versin? Hani gittiği ülkelerde savaş çıksa bile oraları terk etmeyen öğretmenleriniz vardı, kimilerine bırakmamalarını siz telkin etmiştiniz. Nasıl oldu da bugün kendi ülkenizde yaşayan kardeşleriniz için şu kadarcık girişimleri, hiçbirinde güvenliğiniz ve özgürlüğünüz için tehdit yokken, yapmaktan imtina ettiniz. 

Cemaatteki dostlarım, kaybettiniz. Dostlarınızın güvenini kaybettiniz. Sizin insanlığa, kardeşliğe, birlik-beraberliğe olan vurgunuzdaki samimiyetinize olan güveni kaybettiniz. Gerektiğinde elinizi taşın altına koyacağınıza, kardeşleriniz gün yüzü görene kadar durmadan çalışacağınıza duyulacak inancı kaybettiniz. Twitter’da hashtag ile ülkede kriz bitirilemeyeceğini nasıl düşünemezsiniz? Az da olsa ülkede mağduriyetlere karşı sesini çıkarmaya çalışan insanları geri püskürtmeye çalışarak kendi mücadelenizi baltaladığınızı nasıl göremezsiniz? Ne kadarınızın, kaçta kaçınızın basireti bağlandı? Hiç mi “hayırhah” edinmediniz? “Kardeşim, biz acaba bir yerde yanlış mı yapıyoruz?” diye soracağınız, “konuştuğunda hakkı konuşursun, şöyle aklındakini” diye kapısına gideceğiniz hiç mi kimse olmadı? Oldu da siz mi gitmediniz? “Kötü gün”de destek olmayan “dost”un kapısını, n’olur siz söyleyin, bu saatten sonra kim, niye çalsın? Kötü günde görmeyene, siz söyleyin n’olur, kim niye güvensin? 

Hepinize hayatta başarılar! 

Selim İzleyici
Twitter: @SelimIzler

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski