Hizmet Hareketi'ne Dahilden Gelen Saldırılar

Türkiye Cumhuriyeti tarihine damgasını vuran en önemli oluşumlardan biri kabul edilen Hizmet ya da Gülen Hareketi, 17-25 Aralık 2013'teki Yolsuzluk Operasyonları ve özellikle de 15 Temmuz 2016'daki “senaryo” darbe girişiminden sonra “ülke içi ve uluslararası arenada topyekûn bir itibarsızlaştırma, terörize etme, soykırım ve imha” saldırıları altında bulunuyor. Ben, bunu Nazi Almanya’sının Yahudileri gaz odalarında katletmesinin bir önceki adımı olarak değerlendiriyorum. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın öncülüğünde devletin gücü ve maddi imkanlarıyla medya, bürokrasi, dini cemaat ve tarikatlar, muhalefet partileri, mafya, emniyet, ordu, istihbarat, sivil toplum örgütleri, muhtarlar vs. kullanılarak bu oluşuma mensup olduğu öne sürülen kadın, çocuk, bebek, yaşlı, genç, hamile, başörtülü, akademisyen, işadamı, öğrenci fark etmeksizin tutuklama, gözaltına alma, evlere baskın, işkence, tecavüz, adam kaçırma, aç ve işsiz bırakma, boşanmaya zorlama, itirafçı olma gibi her türlü soykırım teknikleri uygulandı ve uygulanıyor. 

Hareket bu süreçte özellikle Türkiye içinde büyük bir güç kaybına uğrarken, çoğu İslam dünyasından olmak üzere bazı ülkeler de Erdoğan'ın baskıları sonucu Harekete ait okul ve kurumları ya kapattı veya Türkiye Cumhuriyeti'nin bu kurumları ele geçirmek için kurduğu Maarif Vakfı'na devrettiler. 

Fakat son dönemde Hareket için daha tehlikeli bir durum ortaya çıkmaya başladı. Hareket çoğu daha önce bir şekilde hareket içinde yer almış ya da sempatizanı olmuş, önemli bir kısmı da üst düzey görevlerde yer almış kişilerin yoğun saldırıları ve eleştirilerine maruz kalıyor. Bu eleştirilerin bir kısmı yakıcı ve yıkıcı olurken, bir kısmı ise Erdoğan rejimi ve proxilerinin dile getirdiği iddialardan öte geçememektedir. 

Bu girişten sonra bu sitede Ahmet Şeker imzasıyla yayınlanan en son yazılardan biri olan "FETÖ" Nefretinin Rasyonel Nedenleri başlıklı makaleye cevap niteliğinde bazı görüşleri dile getirmek istiyorum. Sayın Şeker'in yazısı ne kadar subjektif ise benim de söylediklerim ve dile getirdiklerim benzer bir minvalde değerlendirilebilir. Değerlendirmelerime geçmeden önce birkaç cümle ile kendimden bahsetmek istiyorum. 

Zaman Gazetesi'nin kapatıldığı 2016 yılına kadar 23 yıl boyunca bu gazete bünyesinde gazetecilik yaptım. 2004-2013 yılları arasında Mısır'da yaşadım. 1997'den gazetenin kapatıldığı tarihe kadar Çeçenistan'dan Pakistan'a, Irak'tan Somali'ye, Libya'ya, İsrail-Filistin'e neredeyse İslam ve Arap coğrafyasının tamamında çalıştım. Bu süre boyunca hemen hemen tüm savaş ve çatışmaları takip ettim, bu ülkelerde faaliyet gösteren dini ve siyasi akımları, toplumsal olayları, ekonomik gelişmeleri inceleme fırsatım oldu. 

Tabi ki bunları yaparken bir akademisyen gibi değil, bir gazeteci gibi davrandım. Vakayı rapor ettim. Gördüklerimi anlattım, yazdım. 

Cemaatle ilgime gelince, şu anda eleştiri getirenlerin belki de tamamından, çok daha az cemaat içi işlerde aktif oldum. Erdoğan rejiminden kaçıp yurt dışına çıktığımda cemaati daha iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Cemaat yapılanmasını, etkisini, insanlara nüfuzunu bu süreçte gördüm. 

Daha öncesinde ne cemaat içinde üst düzey bir görevde yer aldım (gazete kapanmadan önce bir süreliğine Zaman Arapça editörlüğü yapmak dışında) ne de cemaate yakın gazete ve televizyonlarda herhangi bir köşe kaptım. Sadece ve sadece gazetecilik yaptım. Hayatımın bu kesitinde bana verilen maaşı helal etmek için gece gündüz çalıştım. 

Kendimden şundan dolayı bahsediyorum, çünkü bu cemaati ama'sız, fakat'sız anlatabilecek ender kişilerden biri olduğumu düşünüyorum. El Kaide'nin, IŞİD'in, Hizbullah'ın kol gezdiği, her gün insanların havaya uçurulduğu, kellelerin uçurulduğu bir coğrafyayı bilen, cemaat ve tarikat yurtlarında çocukların tecavüze uğradığı, kul hakkının gözetilmediği, insanların kısa sürede radikalize edilebildiği bir ülkede yaşamış biri olarak Hizmet Hareketi'ni en objektif değerlendirecek kişilerden biri olduğumu da tevazu yapmadan söyleyebilirim. 

Genelde Hizmet Hareketine muhalif yazıların kaleme alındığı bu yayın organında bana söz hakkı verildiği için de İsa Hafalır Bey'e teşekkür etmek istiyorum. 

Aslında Sayın Şeker'in yazısının neredeyse her cümlesine karşı söyleyecek bir sözüm var. Ancak ben daha önemli gördüğüm bazı noktalara değinerek meramımı dile getireceğim. 

Yazının hemen girişinde, “Bugün Türk halkının ezici çoğunluğunda "fetö" olarak tabir edilen yapıya” ifadesi eleştiriden çok bir intikam sözü gibi. Yazar bu sözüyle Erdoğan gibi Türk tarihinin en zalim idarecilerinden birinin bir oluşumu bitirmek için piyasaya sürdüğü sözü kabul etmektedir. Yani bir şekilde Erdoğan yanlısı bir duruş sergilemektedir. 

Yazara sormak gerekiyor; cemaat ne tür bir terörist ya da terör tanımına uyuyor? 40 yıllık bir geçmişi olan ve terörle hiçbir şekilde anılmamış bir grup, bir gecede nasıl terörist olabiliyor? 

Terör tanımı üzerinde dünyada tam bir konsensüs olmadığını söyleyebiliriz. Herkesin kendine göre bir teröristi var. Demokrasinin olmadığı, diktatörlerin egemen olduğu ülkelerde herkes her an terörist olabilir. Eğer bu ülkelerin tanımını kabul edeceksek, fazla söze gerek kalmaz. 

Ancak bu konuda en ileri tanımı yapmış yapı olarak Avrupa Birliği karşımıza çıkıyor ve Avrupa Birliği'nin de Türkiye'ye yönelik en büyük tepkilerinden birini “terör” tanımı oluşturuyor. 

Türkiye terör tanımında o kadar ileri gitmiş durumda ki öğrenciler için burs toplayan, bir bankaya para yatıran, bir gazeteye abone olan, sohbetlere katılan, hapishanelerdeki insanlar için yardım toplayan, bir mesajlaşma programı kullanan herkes terörist kabul edilebiliyor. Dolayısıyla bu tanıma göre Türkiye'de terörist ilan edilmeyecek hiçbir insan yok demektir. Yarın şartlar değiştiğinde Hizmet Hareketi'ne terörist diyen kesimler de rahatlıkla terörist ilan edilebilir. 

Sayın Şeker'in halkın fetö nefretiyle ilgili sözlerine dönecek olursak; halkımızın neredeyse tamamı hükümetin kontrolündeki medya organlarının 24 saat yaptığı yayınların etkisindedir. Televizyon yayınlarında, gazete köşe ve haberlerinde “fetö” kelimesinin geçmediği bir an ya da satır neredeyse yok diyebiliriz. Durum böyle olunca da halkın devlet tarafından şeytanlaştırılan bir oluşumu terörist olarak adlandırması çok normaldir. Yarın durum tersine dönse ve aksi yayınlar yapılsa toplumun ezici bir çoğunluğunun fetöcü dedikleri insanları bu kez kutsaması içten bile olmayacaktır. 

Zaten fetö kelimesinin nasıl bir illüzyon olduğunu da halkın darbe iddiasından sonra bu kelimeyi kullanması ile anlayabiliriz. Eğer bu insanlar terörist olsaydı halk darbeden önce de terörist ya da benzeri ifadeler kullanacaktı bu insanlar için. 

Şu denebilir belki, halkın bazı kesimleri cemaatten nefret ediyordu ya da eleştiriyordu. Bu çok normaldir. Şu anda toplumun en az yarısı AKP'den nefret ediyor ve en az fetö kadar tehlikelidir. AKP'lilerin büyük çoğunluğu CHP'lilerden ve HDP'lilerden tiksiniyor ve aynı şekilde fetöden daha tehlikeli görüyor. MHP'liler ve İyi Partililer HDP'yi en azılı terörist olarak görüyor. CHP'lilerin büyük bir kısmı tarikat ve cemaatleri IŞİD'den farklı görmüyor. Bu örnekler çoğaltılabilir. Çünkü Türk toplumu kadar kutuplaştırılmış dünyada başka bir toplum yok? Herkesin en az bir tane düşmanı var. 

Dolayısıyla cemaate laf söyleyenler ya Kemalistler ya diğer tarikat ve cemaatlerin üyeleri veya cemaatin kendisini desteklemediğini düşünen siyasi partilerdi. Adım gibi eminim şu anda cemaate terörist diyen kesimlerle birlikte cemaatin de ismi yazılıp 17-25'ten önce halkın önüne konup bir halk oylaması yapılsaydı, halkın ezici çoğunluğunun cemaate destek vereceğine emindim. (Siyasi partileri bunun dışında tutuyorum, çünkü bu partilerin farklı sebeplerle kemikleşmiş bir oy tabanı bulunuyor). Neyse dediğim gibi bunlar subjektif görüşler. 

“Zira darbe sonrasındaki Fethullah Gülen ve çevresindekilere fetöcü diyorsak çok uzun süre önceki basit ilişkileri nedeniyle KHK ile işinden atılmış fakat örgütle somut ilişkisi olmayan ve herhangi bir ceza davasına konu olmayan insanlara da fetöcü demek doğru bir tanımlama olamaz.” ifadesi de bana göre tam bir fecaat. 

Diyelim ki cemaatle bir şekilde ilişkisi olmuş, bu yapıya ait kurumlarda çalışmış öğretmen, gazeteci, kapıcı, çaycı, iş adamı ya da sempatizanı olmuş bürokrasideki insanlar terörist mi olmuş oluyor? Terörist olmak için hukukta “yüzde 99 değil, yüzde 100 şartı” aramak gerekmiyor mu? Terörist olarak adlandırılan insanlar darbeden önce bu şekilde adlandırılmıyordu. Erdoğan'ın eliyle tanzim edilen yeni hukuk sistemi geriye doğru işletilerek geçmişte bir şekilde Hizmet kurumlarında çalışmış herkes bir anda terörist ilan edildi. Hukuk nasıl geriye doğru işletiliyor? Daha önce bu yapıyla ilgili herhangi bir terör suçlaması karara bağlanmamışken, bir gecede devletin terörist ilan ettiği insanlara nasıl terörist denebiliyor? 

Darbe iddiasını bu işin dışında tutarsak (çünkü darbe konusunu ayrıca işlemek istiyorum) cemaatin ne tür bir terör eylemi içinde olduğunu söyleyebiliriz? Bir oluşum bir gecede terörist ilan edildiyse, bu sizce gerçekçi mi? Eğer bu yapı darbe yaptıysa ve insan öldürdüyse; yüzbinlerce mensubu, sempatizanı soykırıma uğratılırken, çoğu devletin polisi, askeri olmuş cemaatle ilişkilendirilmiş silahlı kişilerin darbenin akabinde insanları öldürmeye devam etmesi gerekmiyor muydu? Terör örgütleri uyuyan hücreler halinde hareket eder ve fırsatını buldukları an da terör eylemleri gerçekleştirirler. Evet bu cemaate mensup yüzbinlerce kişi belki zulümden kaçmak için yurt dışına çıktı, kaçamayanlar da bir şekilde Türkiye içinde tutuklanma, işkence, kaçırılma korkusuyla saklanıyorlar. Bu saklananlardan bazıları evlerine yapılan baskınlarla tutuklandı. Hangisinin evinde silah çıktı? Ne tür bir terör örgütüdür ki, bu insanlar her türlü zulmü işleyen devletin polisine, askerine bir taş dahi fırlatmıyor? Nasıl bir terör örgütüdür ki her gün mensupları Ege'de, Meriç'te boğuluyor, ya da hapishanelerde intihar ediyor? Dünyada buna benzer başka bir terör örgütü var mıdır? Ya da itirafçı olan binlerce kişiden kaç tanesi, silahlı eğitim aldıklarını, ya da terör eylemi gerçekleştirdiklerini söyledi? Bu nasıl bir terör örgütüdür ki üyelerinin çoğu isim vererek diğer üyeleri deşifre ediyor? İnsanlara atılacak en büyük iftira, terörist olarak yaftalamaktır. 

“Şüphesiz bu ülkenin vatandaşı olan her bireyin gerekli şartları taşıyorsa devlette çalışmaya tüm diğerleri kadar hakkı vardır. Siyasi veya dini görüşünden dolayı kimsenin devletten dışlanması kabul edilemez. Fakat bu yapı sadece devletin kritik kurumlarında değil tüm kurumlarında yapılanmalara gitmiş ve bu kurumlara özel bir örgütlenme oluşturmuştur.” ifadesi de ciddi bir tashihe muhtaç. 

Türkiye Cumhuriyeti, belki de Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarından itibaren belli grup, cemaat, tarikat ya da çıkar gruplarının tekelinde kaldı. 
Yargıda, emniyette, orduda, bürokraside kimlerin nasıl örgütlendiğini AKP iktidarından önce herkes çok iyi biliyor. Bu kurumlara girebilmek için torpiller bulmak ya da bu gruplara mensup kişilere yakın olmak gerektiği bir realiteydi. Anadolu'nun bağrından çıkmış bir gencin, alın teriyle istediği bir yere girebilme şansı var mıydı? 

Anadolu insanının önünü cemaat açtı. Dindar, fakir, çevresi olmayan insanlar okuyarak istedikleri noktalara cemaat ya da cemaatin açtığı kulvarlar yoluyla gelmeye başladılar. Cemaat devlet içinde çöreklenmiş yapılarla mücadele edebilmek için güçlü bir oluşuma gitti. Bu noktada bazı eleştirilere hak verebilirim. Her kim olursa olsun, gücü ele geçirince ister istemez insan doğasının gereği olarak bazı hukuksuzluklara, yolsuzluklara, adam kayırmalara bulaşabiliyor. Ben bu süreçte cemaate mensup bazı kişilerin de bu tür eylemlere kalkıştıklarını düşünüyorum ve kabul ediyorum. Bunu ispatlayacak elimde done yok, ama tahmin edebiliyorum veya çevremde duyabiliyorum. 

Ancak Hizmet Hareketi'ne, devlet içinde güçlendiği için terörist diyebilen Sayın Şeker'in, cemaatten önce ve şu anda da klikleşen, kemikleşen bazı mezhep, düşünce, ideoloji ve ırkları da terörist olarak adlandırmasını bekliyorum. Bunların kimler olduğunu Sayın Şeker'in gayet iyi bildiğine eminim. 

Sayın Şeker'in şunu çok iyi bilmesi gerekiyor. Devlet bir güç merkezidir. Herkes, her grup, her düşünce, her ideoloji, her mezhep, her ırk orada etkin olmak, o gücü ele geçirmek ister. Ortada bir hukuk ve devlet olduğu sürece kimse haddini aşarak gayri meşru yollara sapamaz. Eğer Sayın Şeker'in iddia ettiği gibi eğer cemaat gayri meşru işler yaptıysa (ki ben kesinlikle inanmıyorum, her kuruma göre yapılanmak illegal değildir) bundan öncelikli olarak hükümet ve devlet kurumları sorumludur. 

Eğer derseniz ki cemaat tüm kurumları ele geçirmişti, bu teziniz hemen çürütülür, çünkü böyle olmadığını Erdoğan'ın bir gecede tüm cemaati dağıtarak gösterdiğini çok iyi biliyorsunuz. 

Ayrıca cemaatin bu tür bir yapılanmaya gittiğini en çok kimler dile getiriyor? Perinçekgillerin Odatv ve Aydınlık'ı, Cübbeli Ahmet Hoca, Sedat Peker, bir zamanların hızlı cemaatçisi Süleyman Soylu, Pelikangillerden Hilal Kaplan ve şürekası vs. Bu listeye yüzbinlerce kişiyi ekleyebilirsiniz. Peki Sayın Şeker siz de bazılarının isimlerini zikrettiğim bu insanlarla aynı fikirde misiniz? 

Ben cemaati eleştiren insanların klişe ifadeyle resmin geneline değil, çok küçük bir kısmına baktıklarını düşünüyorum. Cemaati İslam dünyası ve Ortadoğu'yu görerek, hissederek, eleştirin. 

Son olarak cemaate atılan iftira ve yapılan hakaretleri yine amiyane tabirle bir delinin kuyuya taş atmasına benzetiyorum. Bir iftira atmak ya da zanda bulunmak çok kolay, ama o iftirayı ve zannı yok etmek binlerce kez zor. Ben de Sayın Şeker'in zan ve iftiralarının ancak mukaddimesine bu kadar uzun bir yazıyla cevap verebildim. Fırsat verilirse diğer iddialara da bildiğim ölçüde cevap vermeye çalışacağım. 

Cumali Önal
Twitter: @onalcumali 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski