Bu seneki bir aylık tatilimi Rusya'nın kültürel başkenti Petersburg’da geçirdim. Çocukluk hayalim olan Rus literatürünü Rusça okuyabilmek için, devlet üniversitesinde Rusça kursuna gittim. Tiyatro, müzik ve müzecilik konusunda, dünyanın önde gelen şehirlerinden biri olan Petersburg’da tiyatroya gitmemek olmazdı. Ben de boş zamanlarımda bol bol tiyatroya gittim. İzlediğim oyunlarda birinin ismi “Stalin’in Doğuşu”ydu. Oyunun çok az bir kısmını anlamış olsam da çağrıştırdıklarıyla epey istifade ettim. Lenin’den sonra başa geçen Stalin 1954 yılına kadar Sovyetlerin başındaydı. Dünya kadar hatasına rağmen, Sovyetler onun zamanında süper güç olmayı başardı. İkinci dünya savaşında 25 milyon insanını kaybetmesine rağmen başardı bunu. (Yedi düvele karşı savaştığımızı iddia ettiğimiz Kurtuluş Savaşı’nda bizim toplam insan kaybımız 10.000 kadardır.) Milyonların hayranlığını kazanan Stalin’in, tiyatro oyununda insan olduğunu hatırlıyorsunuz. Kiliseye gidiyor, içki içiyor, seviyor, arkadaşının sevgilisini elinden alıyor... O da bizim gibi bir insan. Beşerî zaafları var. Öfkesi var, şehveti var, iktidar hırsı var. Batı dünyası bunu çok iyi beceriyor. Liderleri bizimkiler gibi, Halife-i Ruyi Zemin, Mehdi, Müceddid değil. Kundaktaki kardeşlerini, yaşlı babasını, evladını bağırta bağırta öldürtse de yaptığında kesin bir hikmet vardır, onlar zaten birer evliyaydı demiyorlar.
Bundan kısa bir süre önce Hocaefendi bir ameliyat geçirdi. Sözcüsü Osman Şimsek, Hocaefendi'nin başarılı bir ameliyat geçirdiğini sevenlerine müjdeliyor, herkesten dua istiyordu. Ama ameliyatın ne olduğunu söylemiyordu. Hocaefendi Basur ameliyatı olmuştu. Yani o da bizim gibi bir insandı. Yiyordu, tuvalete gidiyordu. Belki çok oturmaktan, belki spor yapmamaktan tembellikten, belki de başka bir sebepten basur olmuştu. Hastalığı küçümseyecek ya da alaya alacak değilim. Ama bunun söylenmemesini eleştirebiliriz. Bunun saklanmasının sebebi, duyulunca Hocaefendinin insan mertebesine inmesi mi (!). O insan üstü bir insan mi? Olsa olsa ancak beyin ameliyatı ya da kalp ameliyatı olur. Arkadaşlarının sıkıntıları onun kalbine vurur. Ya da cemaatin garibanlarının çektiği çileler onun beyninde komplikasyonlara sebep olur. Ama kaba etinden hasta olamaz. Çünkü kaba et, sadece kaba, ortalama insanda olur. Koca Hocaefendi amele hastalığına mı düçar kalacak. Başkalarının önünde yemek yemez, uyumaz, tembel tembel oturmaz, burnunu karıştırmaz... Onun huzuruna gidince gözünün içine bakmamamız lazım. Çünkü günahlarımızla orantılı olarak ya yılan ya eşek ya domuz suretinde görüneceğimiz için, rahatsızlık veririz.Oysa ki Efendimiz sıradan bir insan gibi yaşıyordu. Mescitte onu ziyaret etmeye gelen bir Bedevi, Peygamber diye Ebu Bekir'in elini öpmeye çalışınca, Ebubekir, Peygamberimizi işaret ediyordu. “Ben de kuru et yiyen bir kadının oğluyum” diyordu. “Dünya işlerini siz benden daha iyi biliyorsunuz” diyordu. Son derece fıtri yaşıyordu.
Bizim Hocaefendiler, tarikat şeyhleri bila istisna, gecekondu bir din inşa etmişler. Hesap verme, hata, özür ve tövbe kitaplarında yok. Hepsi İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerden daha üstün bir konumda. Hepsi ya kutup ya asrın sahibi, ya da müceddid. Çok azı dünyanın her yerinde onunla helal yoldan rızıklarını kazanabilecekleri bir mesleğe sahip.
Bütün bunları gördükten sonra şunu düşünüyorum. Yıllarca Atatürk’e bu konuda haksızlık etmişim. Birer çöplüğe dönüşen tarikatları bir kalemde kapatması pek yerindeymiş. Bu saatten sonra cemaat ve tarikatlar iflah olmaz. Dinden soğutma safhasını geçip, dinden nefret ettiriyorlar. Gençlerin bunları görüp deist olması çok normal. Bu iğrenç din yorumunda kalacaklarına deist olsunlar. Oradan hakikatlere ulaşmaları daha kolay olur.
Nuri Turan