Geçtiğimiz günlerde Tr24 isimli haber platformunda “Münferitçilik” başlıklı bir yazı çıktı [Link]. Bu yazıda Münferit Fikir Platformu (MFP) isimli web sitesine ve yazarlarına eleştiriler vardı. Bu web sitesinde şu ana kadar üç tane yazım yayınlandı. Dolayısıyla yapılan eleştiriler beni de hedef almakta. Bu yazıdaki esas gayem bahsi geçen yazıdaki eleştirileri bireysel olarak yanıtlamak. İkincil gayem ise, kurulduğundan beridir gözlemlediğim platforma yapılan bazı eleştirilerin ne kadar da dayanaksız olduğunu kendi gözlemlerim ışığında tartışmak.
Tr724 Gülen cemaatinin en bilinen ve göz önünde olan medya kuruluşu. Münferitçilik başlıklı yazının yazarı “Alper Ender Fırat” takma ismini kullanıyor. Bu ve diğer yazılarından çıkardığım kadarıyla kendisi Gülen cemaatinde aktif görev yapmış veya halen yapmakta olan birisi. Bu yazısı, bildiğim kadarıyla, cemaat yayın organlarında isim verilerek MFP’nin eleştirildiği ilk yazı. Bunu önemsiyorum. Görüşlerinin çoğuna katılmasam da eleştiri haklarına sonuna kadar saygı duyuyorum. Küfür ve hakaretler olmadan derli toplu yazılmış yazılarla fikirlerin çarpışmasından kimseye zarar gelmez. Bu tür başka yazıların da yayınlanmasını ümit ederim. MFP ve yazarları da bu yazılardaki -varsa- haklı eleştirilerden istifade ederler diye umuyorum. 
Eleştirileri yanıtlamadan önce kısaca MFP’den bahsetmek istiyorum. MFP 2018 yılında İsa Emin Hafalır tarafından kuruldu (Link). Kuruluşundan bugüne 65’ten çok bireyin 300’e yakın yazı veya videosu yayınlandı. Kuruluş esnasında Sayın Hafalır ile Twitter üzerinden takipleştiğim için platformun doğuşuna bizzat şahit oldum. Hafalır, Gülen cemaatinde yıllarını geçirmiş birisi. ABD’nin en prestijli okullarında doktora eğitimini tamamlayıp ekonomi alanında önemli akademik çalışmalar yaparak 40 yaşına gelmeden “Full Professor” olma başarısını gösterdi. Ayrıca cemaat okullarında okurken uluslararası yarışmalarda madalyalar kazanmış, cemaatin o zamanki en parlak talebelerinden birisi (Link). 15 Temmuz ile birlikte cemaatin hatalarını görmeye başlayıp Twitter’da neler yapabiliriz diye tartışırken bu platformu kurmaya karar verdi. Gülen cemaatindekilerin, en azından geçmiş günlerin ve Gülen okullarının tanıtımına geçen emeği hatırına Hafalır’a “istihbarat projesi” iftirasını atmaması gerekir. 
Görebildiğim kadarıyla MFP’nin misyonu, sesini duyuramayanlara bu imkânı vermek. İlk kuruluşuna Gülen cemaat ve İslamcılık eleştirileri vesile olduğu için yazıların büyük çoğunluğu bu konularla ilgili. Ama bu tartışmalarda taraf olmaktan ziyade aracı işlevi üstleniyor. Bu platformda cemaati destekleyen yazılar da yayınlandı. Aynı minvalde başka yazılar da gönderildiği takdirde onların da yayınlanacağına inanıyorum. 
MFP yazarlarının tartıştığı bir Twitter grupları var. Çok aktif kullanıcı olmamakla birlikte diğer yazarların fikirlerini oradan takip ediyorum. Bu vesileyle MFP yazarlarının bazılarını platformda yayınlanan yazılarının ötesinde tanıma imkânım oldu. Yazarların birçoğunun cemaatle eskiden bir bağlantısı olmuş. İçlerinden cemaatin sohbetlerine hala gidenler de var, cemaatten tamamen kopmuşlar da. Dini hayatını eski ciddiyetiyle yaşayanlar olduğu gibi, aralarında deist ve ateist olanlar da var. Milliyetçi ve muhafazakâr olanlar olduğu gibi benim gibi liberal görüşte olanlar da mevcut. Anlayacağınız, çok heterojen bir grup. 
Tr724’ün eleştirilerini MFP’yi temsilen yanıtlamıyorum. Böyle bir yetki veya hevesim de yok. Zaten birçok konuda birbirinden farklı düşünen 65 bireyin adına konuşma yetkisi -Hafalır da dahil- kimseye ait değil. Bu yazı 10 yılı aşkın süredir “Demokrat Kalem” lakabıyla yazılar yazan benim kendi görüşlerimi yansıtıyor. Kendimi de pin edilmiş tweet’imde elimden geldiğince tanıttığım için tekrar etmeye gerek görmüyorum (Link). 
Yazımın geri kalan kısmında “Münferitçilik” yazısından gelen eleştirileri alıntılayıp önce kendi itirazımı ifade edeceğim. Ardından da MFP’ye yönelik bazı eleştirilerin ne kadar dayanaksız olduğunu kendi gözlemlerime dayalı argümanlarımla işlemeye çalışacağım. 
“İnsanın nasıl yaşayacağı tamamen kendine kalmış bir tercihtir. Sadece kendi kişisel menkıbesinin peşinde de koşabilir, bir cemaat organizasyonun içinde de yer alabilir.” 
Yazarın dediği gibi, her insanın cemaatin içinde olmak ya da olmamak tercihi kendisine kalmış. Ama cemaat içinde olmamayı seçmek, kendi kişisel menkıbesinin peşinde koşmayı şart kılmıyor. Dini veya siyasi bir cemaatin parçası olmayan bir birey hala bir topluluğun (community) parçası olabilir. ABD’de büyük çoğunluğun herhangi bir cemaatle bağlantısı yokken, bu insanların çok büyük bir kısmı kendisini bir ya da birden fazla topluluğun parçası olarak görmekte. Aynı kiliseye gidenler, aynı mahallede oturanlar veya aynı okulda çocuklarını okutanlar gibi. Kendini bir topluluğa ait gören fertler, kendi bireysel zenginliklerini o topluluğa kazandırıp gevşek ama aynı zamanda heterojen bir yapı oluştururlar. Cemaatlerin içindeki insanların ise bireysel zenginliklerinden ödün vermeleri beklenir ve bu farklılıklar köreltilir, hatta köreltilmeleri elzemdir. Bu yüzden cemaatler genelde homojen yapılardır. 
“Münferitçi arkadaşlar içinde de cemaatle ilgili aklı karışanlar olabilir, inancı başkalaşanlar olabilir, hizmetin içinde bulunduğu durumdan dolayı hayal kırıklığı yaşayanlar olabilir, korkanlar, battığını düşündüğü bir gemi içinde bulunmak istemeyenler olabilir.” 
Bu ifade bana bir süre önce Twitter’da tartışılan aklı karışıklar ve zihni berraklar ayrışmasını anımsattı. Düşünen ve sorgulayan her insanın aklının karışık olması gerekir. Ben de çok şükür, o insanlardan birisiyim. Gülen cemaatinin özellikle son on yılda yaptıklarıyla bana ve diğer milyonlarca insana büyük hayal kırıklığı yaşattığını söylemeliyim. Gülen cemaatini eleştirilerim, 15 Temmuz’dan sonra başlamadı. İlk eleştirilerimi dile getirdiğim yazılarım bundan on yıl önceye kadar gider ve kişisel bloğumda hala mevcut. (Link1 , Link2) 
Bu alıntıda, en fazla göze batan ifade ise, batan gemi ile ilgili benzetme. Cemaatin dışına çıkmış olup da eleştirenler, bana gemiden kaçanlardan ziyade, gemiyi buzdağına doğru süren mürettebatın yaptığından habersiz yolcuların canlarını kurtarmaya çalışanları andırıyor. Cemaatten ayrılmış olanların içinde cemaatin büyük çoğunluğuna düşman olan pek azdır. Pek çoğu cemaatin haline üzülmekte ve artık ümidi kestikleri bu sistemden diğer insanların da kendilerini kurtarmalarına çabalamaktalar. Görebildiğim kadarıyla, MFP’deki pek çok yazar da bu fikirde ve bunu yazılarında dile getiriyorlar. 
“Ancak cemaat aleyhtarlığını bir misyon haline getirmek ve sanki onun hiç iyi bir tarafı yokmuşçasına sadece ve insafsızca eleştirmek, bununla da yetinmeyip kötülüğünü ispat etme gayreti içerisinde olmak, başka bir şeydir.” 
Cemaat düşmanı değilim. Gülen cemaatinin iyi taraflarının da olduğuna inanıyorum. Birçok Türkiyeli gibi ben de eğitim faaliyetlerini ve özellikle yurtdışında açılan okullara sempatiyle baktım. Dinler arası diyalog konusundaki çalışmalarının da (uygulamada hatalar olsa dahi) insanlık için faydalı olduğunu düşündüm. Hala cemaatin içinde olan onlarca iyi karakterli dostum var. Cemaat konusunda anlaşamamakla birlikte birçoğuyla irtibatımı koparmadım. Birkaçıyla da düzenli olarak ev ziyaretlerini dahi sürdürüyorum. Bunlar iyi taraflarından ilk aklıma gelenler. Öte yandan Gülen cemaatinin parti kurmadan Türkiye’nin yönetimine talip olarak ve bunu başarmak için de (Ergenekon davalarında olduğu gibi) her türlü haksızlığı mazur görerek büyük bir hata yaptığını düşünüyorum. Bence, iktidar hırsı, Gülen ve çevresinin en büyük yanlışıydı. Özellikle devlet kurumlarındaki yapılanmalar, sınav sorularındaki usulsüzlükler ve uzunca süre sürdürdüğü istihbarat ile “mahrem hizmetleri” aracılığı ile kanundışılığa da bulaştı. Darbede üstlendiği rol ile de bu hatalarına berbat bir hatime koydu. Benim gözümde cemaatin kötü tarafları uzunca süredir iyi taraflarını bastırıyor. 
Yukarıda da bahsettiğim gibi, MFP’nin cemaat aleyhtarlığı gibi bir misyonu olduğunu düşünmüyorum. Cemaatle ilgili tartışmalara olanak sağlamak gibi bir gayesi var. Cemaati savunanların yazılarını yayınlayabildikleri başka mecralar olduğu için bu web site’sine çok ilgi göstermediklerini düşünüyorum. Cemaatten ayrılıp da bu tartışmalara katılmak isteyenlerin birçoğu ise bu platformdan başka bir mecra bulamıyorlar. Ayrıca, MFP’de cemaatin iyi taraflarını vurgulayan ve savunan yazılar da çıktı (Link). Öte yandan cemaatle ilgili olmayan daha genel konularda da yazılar yayınlandı. Nitekim, benim MFP’de yayınlanan ilk yazım “Kadın Hakları” başlığıyla İslam’da kadına bakışı irdeliyor (Link). 
Gülen cemaatinin MFP’den avam ifadeyle “kıl kapmasının” nedeninin cemaat aleyhtarı olmasından ziyade cemaatle ilgili eleştirilere olanak sağlaması olduğunu düşünüyorum. Açığı çok olan elbette eleştirilmekten çekinecektir. Tr724 yazarının da toptan bir yaklaşımla MFP’yi cemaat düşmanıymış gibi göstermeye çalışmasını hakkaniyetli bulmadığımı söylemeliyim. 
“Mesela cemaat aleyhtarlığında bir misyoner gibi davranmak için çok haklı gerekçelerinizin olması gerekir. Yani size ya da ailenize çok büyük kötülükler etmiştir siz de bu yüzden intikam duygularıyla cemaat düşmanlığını misyon edinmiş olabilirsiniz. Bu da anlaşılır bir şeydir.” 
Cemaat eleştirilerimin sebebi cemaatten bana gelen kötülükler değil; nasıl ki AKP’ye eleştirilerimin arkasında da o çevreden şahsıma veya aileme kötülük gelmesi yoksa. Cemaati de AKP’yi de insanlığa faydadan çok zarar getiren bütün fikir ve hareketleri de kendime saygımdan, hakkı dile getirme isteğimden ve doğruların ortaya çıkmasına olan arzumdan ötürü eleştiriyorum. Ne cemaatten intikam almak için bir sebebim var, ne de öyle bir niyetim. Öte yandan cemaatin isteyerek veya istemeden zarar verip mağdur ettiği yüzbinlerce insan var. Hiçbir şey için olmasa bile o insanların hatırına cemaatten hesap sormak gerektiğini düşünüyorum. 
“Bir nas’a karşı çıkarken kendisini nas, yani tartışılmaz hale getirmek gerçek bir saçmalıktır. Münferitçi arkadaşlar da cemaatin hep kötü şeyler yaptığı konusunda öyle bir kesin inançlılar ki farklı bir düşünceye asla müsamahaları yok. Cemaatte yeterince eleştiri olmadığını söylerken kendilerini tartışılmaz ve eleştirilmez bir yere koyuyorlar.” 
Klişe bir ifade olacak, ama benim içinden tartışılmaz tek gerçek, her şeyin tartışılabilir olması. Kendi adıma, MFP’ye birden çok itirazım oldu. Hatırladığım kadarıyla ilk eleştirim ismiyle ilgiliydi. Zira, İsa Emin dört isimden birini seçmek için bir anket düzenlemiş ama en fazla ikinci oyu alan ismi seçmişti. Bunu demokratik bulmadığımı Twitter üzerinden kendisiyle paylaşmıştım. MFP’ye ikinci eleştirim ise yazılardaki kalite seviyesi üzerine. Bu konuda, yazarlar arasındaki tartışmalar hala aktif bir şekilde devam ediyor. Aynı zamanda, yayınlanan birçok yazının belirli kısımlarına katılmıyorum. Tamamına katılmadığım yazılar da var. İtirazlarımı zaman zaman Twitter üzerinden yorumlarımda dile getirmeye çalışıyorum. 
Görebildiğim kadarıyla MFP kendisine yapılan eleştirileri olgunlukla karşılıyor. Yazarlarla birebir yazışmalarında başkalarına karşı ne tür bir üslup kullandıklarını bilmediğim için bütün yazarları savunacak değilim. Ama MFP’nin bir platform olarak kendisini tartışılmaz bir hale getirmek gibi bir uğraşı içinde olduğuna şahit olmadım. 
“Twitter hesaplarında kendilerini her eleştireni hatta onlarla hiç muhatap olmayanları bile engellemekle kendilerine dokunulmaz bir cemaat oluşturduklarının farkında değiller mi acaba?” 
Twitter’da kimseyi bloke ettiğimi hatırlamıyorum. Başkalarını bloke edenlere de (buna MFP yazarları da dahil) defalarca bloke etmenin sansürle eşdeğer olduğunu, gerekiyorsa bloke yerine “mute” etmenin daha mantıklı olduğunu öğütledim. Bu twitlerim arşivlerde mevcut. Öte yandan Gülen cemaatine mensup onlarca Twitter kullanıcısı tarafından bloke edildim, hiçbirisine ne küfür ne hakaret etmiş olmama rağmen. Beni bloke edenlerden bazıları Savaş Genç, Süleyman Sargın, Bülent Keneş, Ali Yurtsever ve Tarık Toros. Gördüğüm kadarıyla, o çevrede hoşlanmadıkları fikirleri paylaşanları bloke ederek eleştirilere kendilerince “çözüm” bulma yolunu seçen insanlar var. 
“Cemaatin sorunlarını ele alıp onlara çözüm yolları göstermekten çok sadece kötülüğünü ortaya koyma çabası içindeler.” 
Cemaatin kendi sorunlarını çözüp şeffaf ve hesap verebilir bir organizasyon haline gelme şansını bundan 3-4 yıl önce kaçırdığını düşünüyorum. Daha önce elimden geldiğince çözüm yolları gösterme çabalarım oldu. Ocak 2009’da yazdığım bir yazıda bu düşüncelerimi özetlemiştim: “Gülen hareketinin de bir iç muhasebe yapması, hareketin içindeki yapıyı daha demokratik hale getirmesi ve gelecekle ilgili plan ve programlarını negatif unsurlar üzerine kurmaktan ziyade ("şer güçler"le mücadele gibi), pozitif unsurlar üzerine bina etmeleri (yurt dışındaki eğitim kurumları gibi) Türkiye'nin hayrınadır.” Bu tür cemaat dışından ve içinden yapılan öneriler ne yazık ki netice vermedi. Gülen ve çevresi bu önerileri göz ardı edip bildikleri yoldan gitmeye devam ettiler. MFP’de yayınlanan ikinci yazımda bu konuya değinmiştim (Link) son 3-4 yılda yaşananlardan sonra dahi, cemaatin sorunlarını çözmek gibi bir niyeti ve ciddi çabası olmadığı görünüyor. Bu yüzden de Ahmet Kuru’nun da ifade ettiği gibi, hareketin başındaki kişinin istifa edip ve hiyerarşik yapının da dağıtılmasından başka bir çare görünmüyor. 
“Üstelik söylemleri de Recep T. Erdoğan’ın cemaate savaş açtığı ilk dönemle bire bir aynı. Recep T. ne diyordu tabanı ibadet, ortası ticaret başı ihanet. Münferitçiler de aynı düzlemde konuşuyorlar taban iyi niyetli ama baştakiler ihanet içinde. Bu siyaset; Recep. T. Erdoğan’ın siyasetine pek bir benzerlik gösteriyor.” 
Eleştiriler içinde en incitici olanı ise bu. Erdoğan’ı ve AKP’nin politikalarını eleştiren yüzlerce twit attım. Beni Erdoğan ile aynı çizgide göstermeye çalışmak gülünç bir çabadan öteye geçmez. AKP’nin daha önce “ibadet” dediği tabana evrensel hukuk kaidelerini hiçe sayarak büyük mağduriyetler yaşattığı ortada. Benim çizgimde ise bir değişiklik olmadı, cemaatin tabanının suça bulaşmamış yüzde 98’lik kısmının değil tutuklanmasını, işlerine dahi son verilmesini haksızlık olarak görüyorum. O insanları destekleyen yüzlerce twit attım. 
MFP yazılarının içinde Erdoğan veya AKP politikalarını destekleyenine rastlamadım. Başta Hafalır olmak üzere birçok yazarın mağdur edilen kesime destek amacıyla attığı binlerce twitine şahit oldum. Bu insanları AKP ile aynı çizgide görmek büyük haksızlık. 
Tr724’de yayınlanan yazıya bir genel itirazım da MFP’nin tam isminin verilmemesi ve web sitesine referans dahi konulmaması. 30 yıldır cemaati gözlemleyen birisi olarak bu belirsizliğin gayesinin, MFP’nin reklamını yapmamak ve bu siteden haberdar olmayan cemaat mensuplarını yayınlanan eleştirilerden “korumak” olduğunu tahmin ediyorum. Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bu günlerde okuyucudan bilgi saklama uğraşını da okuyucuya saygısızlık olarak gördüğümü söylemeliyim. 
Demokrat Kalem
