Ne olursan ol yine gel derken yanındakini ibadet neşvesiyle ittirmek de nedir?
İnsanlığa ait bu emaneti, insanlıkla buluşturmak varken, sıkı sıkı sarılarak yeni yeni işler üretmek de nedir?
Hizmet bir iş midir? Yoksa gönül hareketi midir? Yürek sızlaması mıdır? Muhabbet çeşmesi midir?
Hizmet gönül kazanında muhabbetle kavrulan, gözyaşıyla yoğrulan sevginin bestesiyse bu çıkartılan gıcırtı da nedir?
Duyduğu bu besteye yüreğinin müktesebatıyla yeni bir yorum getirene, düşünene, cesaretle dile getirene bunun zamanı mı diyerek, yaşanılan bu hissin bile zamanını tayin edebilme saygısızlığını gösterme zilleti de nedir?
Herkesi idare etme, ayar verme, bünyeyi, beyni, ruhu, bukalemuna çevirir.
Değer üretmek yerine eğer üretir. Döndükçe iş yaptığını zanneder ama bilmez ki çıkarttığı gürültü ile tavandan sadece toz düşürür.
Temsil ettiği değerler manzumesi yerine devam ettirilmesi gereken bir iş midir hizmet? Ve bu insanlığa bir hizmetse bunun hadimleri kimler? Ve hangi sıfatla, kimler bunları tayin eder?
Niçin adanmışlıktan bahseden insanlar öz ruhlarının heykelini dikmekten korkarlar. Değerler yerine, acılarla istikamet belirler.
Ellerinde Zülfikar varken neden küçük Emrah şarkıları söylerler?
Niçin ayar vermek, yanlış da olsa ....
Adına rehberlik diyerek küçük politikalarla manevra yapmak ister insanlar? Ve yaptığı ucuz ve politik ataklarla politikacılara racon keserler?
Kolektif bir his yoğunlaşması ile ittirerek mesafe aldığını düşünse de öz dünyasında kirli duygularla niçin bunalım yaşar insanlar?
Neden?
Neden?
Neden?
En fazla dedikodu yapılan yerlerdir. Ama adı istişaredir. Bu zanla kendisini ve etrafı aldatırken yalandan mistik bir dünyanın içinde olduğunu anlayamaz insan.
Çünkü alıştığı bu his kutsaldır. İyilik hareketinin içinde olduğunu düşündüğünden sorgulamaya cesaret edemez. Kuzeye niyetlendiği yolculukta sorgusuz sualsiz takıldığı kalabalıkla Güney'e gitmiştir. Ve yanlış geldiği bu yol da onun İÇİN kutsaldır. Çünkü fizik ötesi güç böyle istemiştir.
Buna rağmen iradenin hakkını vermek gibi edebiyat da az değildir.
Hayatın içine girmek zor geleceğinden, lahutilik yükleyerek başı kuma sokmaya ihtiyaç duyulacaktır.
Arkasından savcıya sövüp duracaktır ... kendisini gizlediği ve kimsenin görmediği zannıyla...
Cemaati bir araya getiren fertlerdir. Onları bir araya getiren misyondur. Değerler mecmuasıdır. Şahsi maneviyeye kutsiyet atfedilirken asıl kâinatın yaratılma sebebi olan fert ise blok edilerek dolgu malzemesi olmaya zorlanır. Her kişi kendi hesabını vermeyi unutur. Cemaatin hesabını vermeye çalışır. Oysa “cemaat kimdir, nedir?” sorusuna cevap veremez. Yani mesuliyet taşıyacak şahıstır ama ortada şahıs yoktur.
Sistemin işçileri değişik ümit tüccarlığı ve çıkarttıkları gıcırtı ya da gürültüyle asıl mevzuyu unutturur.
Hakikatin temsilcisi olması gereken insan, bundan böyle, rota ve projesi olmayan bir gemide sürekli sonsuzluğa yürüdüğünü düşünür.
Ama güya etrafındaki milyarlarca insan ise hidayete muhtaç nasipsiz, şanssız, cehenneme sürüklendiği düşünülen, doğruluğa davet edilmesi gereken fertlerdir.
Ne yazık ki, onların yaşadığı hayata gizli bir özenti ve Özlem vardır. Ama doğru yaşayan bu insanların hidayette olmadığını ifade ederken, tutarsız hayatıyla hidayete kavuşturma gibi bir gaye yerine, mecburi bir işi vardır.
Ve bu insanların haline acırlar. Maalesef ki aynaya bakmanın da zamanı gelmemiştir. Çünkü ayna da yalancıdır.
Vakit "muavenet" vaktidir. Sorgulamak fitnedir.
Acıdığı insandan izzet dilenme mecburiyetinde kalınca düşünmeye başladığını zannederler. Bu düşünce ona ait değildir. Sadece içgüdüdür. Ve varlık sahibinin mahlukata ikramıdır.
Zarar etmez ve hesap vermez gürültülü bir kalabalık vardır. Korkudan kaçan insanlar, kaçışlarına kutsiyet kazandırma gafletiyle geçici his yoğunlaşması yaşarlar. Bazen de ağlaşırlar. Ama küçük dünyalarıyla baş başa kaldıklarında kaderi sorgularlar, bir araya geldiklerinde ise küheylan kesilirler. İki kişi kaldıklarında ise beraber olduklarında ellerini öpmek için sıraya girdikleri o insanları yererek tatmin olmaya çalışırlar.
Ama bu arada gıybet de haramdır. Kendilerinin yaptığı haşa gıybet değil İstişaredir. Ve bu insanlar her ahval ve şerait içinde istişarededirler. Çünkü var olan "olağan üstü hal" hiç bitmeyecektir.
Sistemin içinde başka, dışında ise daha bir başka... Bağımlılığı kalmadığında ise hiç sorma... daha daha başka...
Akıl ve kalp uyumu sosyal hayatın içinde check-up olma imkanını bulur.
Ya cesaretle kumdan kafasını dışarı çıkarır, hakikatle yüzleşir; ya da hasta bir ruh ile acıdığı ve hidayet dilediği insanlardan İNSANLIK dilenerek ruhunun ufkuna değil de mezarlığa süzülür.
Ayhan