Dinsizlere Eleştirilerim (2)


Yazımın ilk kısmına gelen eleştirilerden ve İslam karşıtı arkadaşların daha önce okuduğum yazılarından görebildiğim kadarıyla bu eleştiriler ciddi felsefi analizlerden ziyade tarihsel olaylarla ilgili yorumlarını içeriyor din karşıtı arkadaşların. Belki Turan Dursun tarzı eleştiriler diyebiliriz bunlara, yani düşünceden ziyade olaylar ve kişilerle uğraşan eleştiriler.


Bu eleştirilerin iki önemli sorunu olduğunu düşünüyorum. Birincisi olaylar ve kişiler üzerinden ilerlediği için, bir kısım Müslümanlar çıkıp ben bunların kaynağı olan hadislere inanmıyorum dediğinde (ki diyenler var) bu eleştirileri yapanların tepkisi genelde hadislerin ne kadar sahih olduğunu ispatlamaya çalışmak oluyor. En hakiki has İslam budur seninkisi çakma İslam gibi. Yani bir nevi Işid tarzı gruplarla aynı bakıyorlar İslam'a. Diyelim söylediğiniz doğru ve en hakiki İslam bu ama Müslümanlar ona değil yeni bir İslam'a inanıyor, kendi uydurdukları bir İslam ve bu İslam'da sizin eleştirdiğiniz şeyler yok. Müslümanlar artık buna inanıyor. Ne yapacaksınız? Eleştirebilmek için Müslümanları en hakiki İslam'a mı çağıracaksınız? Ben hadislerin tümüyle uydurma olduğunu düşünmüyorum ama dinin ne Işid'in ne de yerli dinsizlerimizin iddia ettiği gibi statik bir inanç sistemi olduğuna da inanmıyorum. Yani bugünkü İslam veya herhangi başka bir din bugün insanlar neye inanıyorsa odur. Mesela bazı tarihçiler çıkıp aslında Hz. İsa hiç yaşamadı gibi yorumlarda bulunuyor. Şimdi bu neyi değiştirecek? Ortada bugün bile milyarlarca insanın inandığı bir din var, adamlar binlerce yıldır bunun üzerine koca bir teoloji külliyatı, sanat, felsefe vs. inşa etmiş, sen çıkıp aslında Hz. İsa hiç yaşamadı diyerek neyi değiştirmeyi umuyorsun? Yaşadıysa da o din orada duruyor, yaşamadıysa da duruyor. Adamın inandığı şeye bir eleştirin varsa çık bunları söyle. Adamın inanmadığı şeyin aslında inanması gereken şey olduğunu söyleyerek inanması gereken şeyi eleştirmeye İngilizce'de “strawman argument” deniyor. Yani kendini savunabilecek gerçek adama saldırmak yerine samandan bir adam yapıp habire ona vurup duruyorsun. Hani akıldı, bilgiydi, anlamaydı? Ucuz haklı çıkma taktikleri bunlar. Schopenhauer'ın "Haklı Çıkma Sanatı" diye bir kitabı var. Tartışmalarda çamura yatmanın 38 yöntemini anlatır, orada 3 numara. Amaç sadece haklı çıkmaksa başka taktikler de bulabilirsiniz oradan.

İkinci sorunsa bence daha zor görülen ama daha önemli bir sorun. O da bir çeşit anakronizm yapıyor bu arkadaşlar eleştirilerinde. 2019 yılının değerlerini ve anlayışını alıp gidip 16.yy'a veya 7.yy'a uyguluyor sonra da buradan bir açık bulduklarını düşünüyorlar (aslında benzer bir anlayış pek çok dindarda da var). Sorunu şu şekilde anlatmaya çalışayım. Bu gece bu yazıyı okuyanlara bir ilham gelse, Tanrı kendisini hepsinin inanacağı şekilde açık etse bu insanlara en sevgili kulum İstanbul'daki falanca adamdır gidin bulun ve ona tabi olun dese. Hep birlikte kimmiş bu adam diye gitsek ve insanlara yardım eden, doğru dürüst bir adamla karşılaşsak. Ama adam hiç eğitim almamış, çok fakir birisi olsa, yanına gittiğimizde bedensel çalıştığı ve maddi imkansızlıklardan dolayı ortalama İstanbullu kadar sık yıkanamadığı için ter kokusu alsak, konuşmaya başladığında dili çok düzgün olmasa, sağlıkla ilgili konu açıldığında bilimsel olarak yanlışlığı ispatlanmış bunu da hepimizin bildiği köyünde duyduğu bir kısım önerilerde bulunsa, uluslararası konular açıldığında dünyadan hiç haberi olmadığını fark etsek, tavır hal ve davranışlarını doğup büyüdüğü çevreden aldığını anlasak vs. Acaba kaçımız ilk olarak inandığı mesajdan şüphe duyar? Peki gittiğimizde adamın müthiş karizmatik, zeki, yakışıklı, çok iyi konuşan, varlıklı, çok iyi eğitimli vs. vs. birisi olduğunu görsek kaç kişi inanır acaba aldığı mesaja? Peki Tanrı için önemli olması gerekiyor mu tüm bu şeylerin? 

Bence tümüyle insani hatta hayvani bir iç güdü insanları bu noktada yönlendiren. Benzetme birebir değil tabi ki, fakat 7. yy'da Arap yarımadasında yaşamış bir Peygamber'in hak peygamber olması için bizden daha çok tıp bilmesi, kıyamete kadar olacak tüm bilimsel gelişmeleri biliyor olması, kendi toplumundaki adetler ve kuralları tümüyle terk edip 2019 yılında bizim için geçerli olan kurallara mı tabi olması gerekiyor? (niçin 5019 değil de 2019?) Ben gerek dinsizlerde gerekse dindarların çoğunda bu anlayışın hakim olduğunu düşünüyorum. Yani seviye şu, Cübbeli Ahmet Hoca çıkıp peygamberin dışkısı mis gibi kokardı, kanını içen hastalık yüzü görmezdi diyor. Ateistlerimiz de ha ha ha çok saçma işte görüyorsunuz niçin inanmıyoruz diyorlar. Seviye aynı. Kendi adıma ben Turan Dursun tarzındaki bu iddiaların hiçbirini anlamlı bulmuyorum. 21.yy toplumunun şartlarına göre gelişmiş bir takım değerleri mutlak kabul edip bunlara iman edip, 7.yy’ı bunlarla yargılamak ya kendi değerlerinin mutlak olmadığını görememekle veya yine anlamak yerine haklı çıkma çabasıyla açıklanabilir.

Bununla kısmen ilişkili diğer bir eleştirim dindarların dinle ilgili detaylardan dolayı Müslüman olduğunu düşünmeleri. Mesela bir arkadaş gelip peki kutuplarda namaz nasıl kılınacak diyor. Söylüyorum, hadi canım olur mu öyle şey diyor. Nasıl bir cevap olsa vay çok haklısın diyecekti acaba? Ben tüm kainatı yaratan bir yaratıcının varlığına inanmışım, bu yaratıcının bir insanı peygamber olarak insanlara yolladığına inanmışım, kutuplarda namazın şu şekilde mi bu şekilde mi kılınacağı mı bu inançlarımı değiştirmemin gerekçesi olmalı? Kendi adıma dinle ilgili daha felsefi konular üzerine düşünmüşlüğüm vardır ama kutuplarda namaz nasıl kılınacak gibi fıkhi konular hiç kafama takılmadı.

Din karşıtı insanların argümanlarında sıkça karşılaştığım diğer bir sorunsa tarih boyunca insanlığın yaşadığı tüm sorunları dine yüklemeleri. Mesela ben baktığımda belirli türden insanların belirli durumlarda benzer davrandığını görüyorum. Yani başka bir canlı türünü incelediğinizde nasıl çok tipik, tahmin edilebilir davranışları varsa, insanlarda da aynı davranışları görüyorum. Bu ister modern bir şirkette olsun, ister 12.yy Katolik kilisesinde olsun, ister 16.yy Osmanlı devletinde olsun davranışlar aynı. Özellikle hırslı, atak insanlar her zaman benzer davranışlar sergiliyorlar. Fakat ateistler tarihten bu türden kişilerin dindar olanlarının davranışlardan örnekler getirip bunların tek nedenini din olarak açıklıyorlar. Din savaşlarında şu kadar adam öldü vs. Peki din savaşları dedikleri Hristiyanlık içi savaşlardan vs. önce paganlar varken ölmüyor muydu? Vahşet yok muydu? Ya modern zamanlarda? Sadece iki dünya savaşında neredeyse 100 milyon insan ölüyor. Vahşete gelirsek tarihin hiçbir döneminde yapılmamış vahşetler modern dönemlerde yapılıyor. Özellikle resmi olarak ateist olan devletlerin gerçekleştirdikleri baskılar, katliamlar herhangi bir dinin veya kilisenin yaptıklarının fersah fersah ötesinde ve bunlar diğerleri gibi tarihin derinliklerinde değil modern zamanlarda yapıldılar. Mesela Stalin Rusya’sında yapılanlar, Mao Çin'inde yapılanlar, mesela Pol Pot'un Kamboçya’sında yapılanlar vs. Dahası bunlar 2019 yılında bile yapılmaya devam ediyor Çin gibi bazı ateist ülkelerde. Ama din dışı arkadaşlar için varsa yoksa dindarların yaptıkları baskılar ve şiddet.

Bu konuyla ilgili ve özellikle Türk ateistlerinde çokça gördüğüm başka bir çelişki siyasi olarak otoriter bir bakışa sahip oldukları halde yeri geldiğinde dindarları bunlardan dolayı suçlamaları. Mesela Peygamber veya falanca İslam hükümdarı şu kötülüğü yaptı bu şiddeti uyguladı vs. dedikten hemen sonra başka otoriter liderleri savunabiliyorlar pek ala. Yani karşımızdaki insanlar 7. yy’ı yargılarken birden Dworkin oluyorlar ama biraz sonra 21.yy'ı konuşurken Mao gibi tüm dindarları kesmek lazımdı, bak Çin'e nasıl da ilerledi veya ah Atatürk olacaktı ki bunlara hiç fırsat verir miydi vs. gibi şeyler söyleyebiliyorlar (bunlar şahsen duyduğum cümleler dinsiz bazı arkadaşlardan).

Yine dinin ve dindarların yaptığı iyilikler de görmezden geliniyor dinsizler tarafından. Yani kilise engizisyon kurdu diyerek bu sürekli anlatılıyor fakat daha en baştan beri kilisenin bilginin sanatın merkezi olduğuysa es geçiliyor. Aynı şekilde dünyanın geriye kalan bölgelerinde de İslam, Budizm, Hinduizm gibi ana dinler binlerce yıl boyunca dünya nüfusunun ezici çoğunluğu için temel hukuk ve ahlak kaidelerini belirlediler, bilginin ve sanatın ana kaynağı ve koruyucusu oldular. Bugün dünyanın neresine gidersek gidelim modern öncesi dönemdeki büyük mimari eserler, sanat eserleri, felsefi metinler, müzik eserleri hep dinle alakalı ve dinden kaynaklanmışlardır. Yani evet dini kurumlar özellikle kendilerine olan güvenlerini kaybettikleri dönemlerde zaman zaman baskıya, hoşgörüsüzlüğe kaydılar fakat bu bence son derece insani bir tepki. Modern seküler kurumlar, devletler kendilerine olan güvenlerini kaybedip, kendilerini tehdit altında hissettiklerinde çok hoşgörülü mü oluyorlar? İnsanda ne varsa dini kurumlarda da bunlar var zira dini kurumlarda da işleri melekler gelip yürütmüyor.

Bunlarla ilgili diğer bir eleştirim, dinsiz insanlar, özellikle Türk olanları, sanki gelişmişlikle dinsizlik arasında bir ilişki varmış gibi bir kabul içerisinde oluyorlar genelde. Oysa böyle bir şey yok. Mesela Arnavutluk komünist dönemde onlarca yıl ateizimle yönetildi. Giderseniz tarihi camilere ve kiliselere kadar yıkıldığını, tüm dinlerin kökünün kazındığını görebilirsiniz. Sünnet gibi kültürel diyebileceğimiz dini uygulamalar bile tümüyle yasaklanmış. Ve gelinen noktada kendisinin Müslüman aileden mi Hristiyan aileden mi geldiğini bile bilmeyen insanlar var. Müslüman kökenli olanları bile domuz eti yiyiyor vs. Fakat sonuçta Arnatvutluk önceden neyse yine o. Avrupa'nın en fakir ülkelerinden birisi. Yolsuzluk diz boyu. Kan davaları, kadınlara uygulanan şiddet gibi geleneksel uygulamalar aynen devam ediyor vs. Buna karşılık Malezya, Türkiye gibi çok daha dindar olan Müslüman ülkeler çok daha iyi durumda. Yine Bulgaristan gibi başka ülkelere de bakılabilir bu açıdan. Yani toplumlar sadece tek bir boyutla yani dinle değerlendirilemez. Mesela Ortadoğu'nun bazı bölgelerinde namus cinayetleri var, bazı yerlerinde yok. Fakat bunun olduğu yerlerde genelde dinleri aşan bir uygulama oluyor bu. Hem Müslüman'ı hem Hristiyan'ı namus diye öldürüyor kızlarını. Ama başka yerde de ne Müslüman öldürüyor ne Hristiyan. Peki Arnavutluk'ta olduğu gibi bir diktatör gelip herkesi ateist yaptı diye birden bu uygulamalar ortadan kalkıp Almanya mı olacak bu ülkeler? Arnavutluk örneğinde görüldüğü üzere olmuyorlar. O halde dini yok edersek her şey düzelecek kolaycılığı yerine biraz daha sofistike bakarak Almanya ile Irak'ın asıl farkı nedir bunları anlamaya çalışmak lazım.

Son olarak dinsiz arkadaşların tavırları üzerine bazı eleştiriler yapmak istiyorum. Bu kişiler niyeyse kendilerinde dindarların inançlarını, düşüncelerini, davranışlarını sorgulama hakkını görüyorlar. Ben şu ana kadar düşüncelerinde, davranışlarında, inançlarında her durum ve şartta tutarlı olabilen hiç kimseyi görmedim. Psikoloji bilimi insanların biasları, çelişkileri, zaafları üzerine çalışmalarla dolu. Fakat ateistler dindarlardan kendilerine inançlarının doğruluğunu matematiksel kesinlikte ispatlamalarını istiyorlar. Bu olmadığındaysa kendilerinin haklılığının ispatlandığını zannediyorlar. Oysa söz konusu olan dindarların değil de ateistlerin düşünceleri, inançları, kabulleri, davranışları olduğunda kendileri bir açıklama yapma veya hesap verme zorunluluğu görmüyorlar davranışlarında. Mesela yukarıda da biraz bahsini ettiğim üzere 7. yy’daki bir olayı 21. yy değerleri ile yargılayarak bir dindarı sorguya çekebiliyorlar ama 21. yy değerlerinin özellikle 7. yy da niçin geçerli olması gerektiği konusunda hiç bir açıklama yapma gereği hissetmiyorlar zira kendi bakışları zaten evrensel doğru onlara göre.

Bir zaman NY Times'ta ABD'nin önde gelen bir sosyal bilimler üniversitesinin rektörü tarafından yazılmış bir yazı okumuştum (link). Öğrencileri arasında şahit olduğu aşırı eleştirel bakış açısını sorguluyordu yazıda. Öğrencilerin derslerde tüm düşünürlerin açıklarını bulmak için uğraştıklarından ve bunu da zeka göstergesi ve başarı olarak gördüklerinden fakat bu düşünürleri anlamak ve onlardan bir şeyler öğrenmek için yeterince çaba sarf etmediklerinden yakınıyordu. Mesela bir yerde şöyle yazıyor "Eleştirel bakış tabi ki akademik ortamın ve öğretimin temellerindendir, fakat inançsızlık fetişizminin zeka göstergesi olarak görülmesi kültürel kaynaklarımızın eriyişine neden oluyor". Bu yazı dinle ilgili bir yazı değil (bir önceki cümlede inançsızlıktan kasıt düşünürlerin fikirlerine inançsızlık) fakat ben özellikle Türkiye'de karşılaştığım dinsiz arkadaşların yaklaşımlarını da bu yazıda eleştirilen gençlerin tavırlarına benzetiyorum ve ham bir yaklaşım olarak görüyorum. Dahası ilk yazıda anlatmaya çalıştığım üzere bu türden her şeyi eleştirmeye ve yanlışlamaya odaklanmış bir bakışın kendi açıklarını görmüyor olması da bence çelişkili.

Dinsiz arkadaşlara İslam'a girmelerini değil ama kendi kabullerinden biraz daha şüphe duymalarını ve başkalarının kabullerine biraz daha saygılı olmalarını öneriyorum (saygıdan kasıt sadece insanların inançlarına karışmamaları değil bunun ötesinde o insanların da kendileri kadar zekası olabileceğini ve tercihlerinin makul nedenleri olabileceğini düşünmeleri). Kendi haklılığından ve karşısındakinin haksızlığından 100% emin, misyoner ve militan tavırlar şahsen beni her zaman irrite etti, ister dinlerin misyonerleri olsun ister ateistlerin. Buna karşın başkalarından önce kendi inançlarını sorgulayanların, gerçeği arayanların, dünyayı ve insanlığı anlamaya çalışanların yaklaşımlarınıysa kim olursa olsun saygıdeğer buluyorum. Bu nedenle Dworkin gibi ateistlerle birlikte yaşamak konusunda sorun yaşamayacağımızı düşünüyorum. William Butler Yeats adlı bir şairin bir şiirinden aldığım şu dizelerle bitireyim yazıyı.

The best lack all conviction, while the worst 

Are full of passionate intensity.

-Ahmet Şeker

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski