Yazımın
ilk kısmına gelen eleştirilerden ve İslam karşıtı arkadaşların daha
önce okuduğum yazılarından görebildiğim kadarıyla bu eleştiriler ciddi
felsefi analizlerden ziyade tarihsel olaylarla ilgili yorumlarını
içeriyor din karşıtı arkadaşların. Belki Turan Dursun tarzı eleştiriler
diyebiliriz bunlara, yani düşünceden ziyade olaylar ve kişilerle uğraşan
eleştiriler.
Bu eleştirilerin iki önemli sorunu olduğunu
düşünüyorum. Birincisi olaylar ve kişiler üzerinden ilerlediği için, bir
kısım Müslümanlar çıkıp ben bunların kaynağı olan hadislere inanmıyorum
dediğinde (ki diyenler var) bu eleştirileri yapanların tepkisi genelde
hadislerin ne kadar sahih olduğunu ispatlamaya çalışmak oluyor. En
hakiki has İslam budur seninkisi çakma İslam gibi. Yani bir nevi Işid
tarzı gruplarla aynı bakıyorlar İslam'a. Diyelim söylediğiniz doğru ve
en hakiki İslam bu ama Müslümanlar ona değil yeni bir İslam'a inanıyor,
kendi uydurdukları bir İslam ve bu İslam'da sizin eleştirdiğiniz şeyler
yok. Müslümanlar artık buna inanıyor. Ne yapacaksınız? Eleştirebilmek
için Müslümanları en hakiki İslam'a mı çağıracaksınız? Ben hadislerin
tümüyle uydurma olduğunu düşünmüyorum ama dinin ne Işid'in ne de yerli
dinsizlerimizin iddia ettiği gibi statik bir inanç sistemi olduğuna da
inanmıyorum. Yani bugünkü İslam veya herhangi başka bir din bugün
insanlar neye inanıyorsa odur. Mesela bazı tarihçiler çıkıp aslında Hz.
İsa hiç yaşamadı gibi yorumlarda bulunuyor. Şimdi bu neyi değiştirecek?
Ortada bugün bile milyarlarca insanın inandığı bir din var, adamlar
binlerce yıldır bunun üzerine koca bir teoloji külliyatı, sanat, felsefe
vs. inşa etmiş, sen çıkıp aslında Hz. İsa hiç yaşamadı diyerek neyi
değiştirmeyi umuyorsun? Yaşadıysa da o din orada duruyor, yaşamadıysa da
duruyor. Adamın inandığı şeye bir eleştirin varsa çık bunları söyle.
Adamın inanmadığı şeyin aslında inanması gereken şey olduğunu söyleyerek
inanması gereken şeyi eleştirmeye İngilizce'de “strawman argument”
deniyor. Yani kendini savunabilecek gerçek adama saldırmak yerine
samandan bir adam yapıp habire ona vurup duruyorsun. Hani akıldı,
bilgiydi, anlamaydı? Ucuz haklı çıkma taktikleri bunlar. Schopenhauer'ın
"Haklı Çıkma Sanatı" diye bir kitabı var. Tartışmalarda çamura yatmanın
38 yöntemini anlatır, orada 3 numara. Amaç sadece haklı çıkmaksa başka
taktikler de bulabilirsiniz oradan.
İkinci sorunsa bence daha zor
görülen ama daha önemli bir sorun. O da bir çeşit anakronizm yapıyor bu
arkadaşlar eleştirilerinde. 2019 yılının değerlerini ve anlayışını alıp
gidip 16.yy'a veya 7.yy'a uyguluyor sonra da buradan bir açık
bulduklarını düşünüyorlar (aslında benzer bir anlayış pek çok dindarda
da var). Sorunu şu şekilde anlatmaya çalışayım. Bu gece bu yazıyı
okuyanlara bir ilham gelse, Tanrı kendisini hepsinin inanacağı şekilde
açık etse bu insanlara en sevgili kulum İstanbul'daki falanca adamdır
gidin bulun ve ona tabi olun dese. Hep birlikte kimmiş bu adam diye
gitsek ve insanlara yardım eden, doğru dürüst bir adamla karşılaşsak.
Ama adam hiç eğitim almamış, çok fakir birisi olsa, yanına gittiğimizde
bedensel çalıştığı ve maddi imkansızlıklardan dolayı ortalama İstanbullu
kadar sık yıkanamadığı için ter kokusu alsak, konuşmaya başladığında
dili çok düzgün olmasa, sağlıkla ilgili konu açıldığında bilimsel olarak
yanlışlığı ispatlanmış bunu da hepimizin bildiği köyünde duyduğu bir
kısım önerilerde bulunsa, uluslararası konular açıldığında dünyadan hiç
haberi olmadığını fark etsek, tavır hal ve davranışlarını doğup büyüdüğü
çevreden aldığını anlasak vs. Acaba kaçımız ilk olarak inandığı
mesajdan şüphe duyar? Peki gittiğimizde adamın müthiş karizmatik, zeki,
yakışıklı, çok iyi konuşan, varlıklı, çok iyi eğitimli vs. vs. birisi
olduğunu görsek kaç kişi inanır acaba aldığı mesaja? Peki Tanrı için
önemli olması gerekiyor mu tüm bu şeylerin?
Bence tümüyle insani
hatta hayvani bir iç güdü insanları bu noktada yönlendiren. Benzetme
birebir değil tabi ki, fakat 7. yy'da Arap yarımadasında yaşamış bir
Peygamber'in hak peygamber olması için bizden daha çok tıp bilmesi,
kıyamete kadar olacak tüm bilimsel gelişmeleri biliyor olması, kendi
toplumundaki adetler ve kuralları tümüyle terk edip 2019 yılında bizim
için geçerli olan kurallara mı tabi olması gerekiyor? (niçin 5019 değil
de 2019?) Ben gerek dinsizlerde gerekse dindarların çoğunda bu anlayışın
hakim olduğunu düşünüyorum. Yani seviye şu, Cübbeli Ahmet Hoca çıkıp
peygamberin dışkısı mis gibi kokardı, kanını içen hastalık yüzü görmezdi
diyor. Ateistlerimiz de ha ha ha çok saçma işte görüyorsunuz niçin
inanmıyoruz diyorlar. Seviye aynı. Kendi adıma ben Turan Dursun
tarzındaki bu iddiaların hiçbirini anlamlı bulmuyorum. 21.yy toplumunun
şartlarına göre gelişmiş bir takım değerleri mutlak kabul edip bunlara
iman edip, 7.yy’ı bunlarla yargılamak ya kendi değerlerinin mutlak
olmadığını görememekle veya yine anlamak yerine haklı çıkma çabasıyla
açıklanabilir.
Bununla kısmen ilişkili diğer bir eleştirim
dindarların dinle ilgili detaylardan dolayı Müslüman olduğunu
düşünmeleri. Mesela bir arkadaş gelip peki kutuplarda namaz nasıl
kılınacak diyor. Söylüyorum, hadi canım olur mu öyle şey diyor. Nasıl
bir cevap olsa vay çok haklısın diyecekti acaba? Ben tüm kainatı yaratan
bir yaratıcının varlığına inanmışım, bu yaratıcının bir insanı
peygamber olarak insanlara yolladığına inanmışım, kutuplarda namazın şu
şekilde mi bu şekilde mi kılınacağı mı bu inançlarımı değiştirmemin
gerekçesi olmalı? Kendi adıma dinle ilgili daha felsefi konular üzerine
düşünmüşlüğüm vardır ama kutuplarda namaz nasıl kılınacak gibi fıkhi
konular hiç kafama takılmadı.
Din karşıtı insanların
argümanlarında sıkça karşılaştığım diğer bir sorunsa tarih boyunca
insanlığın yaşadığı tüm sorunları dine yüklemeleri. Mesela ben
baktığımda belirli türden insanların belirli durumlarda benzer
davrandığını görüyorum. Yani başka bir canlı türünü incelediğinizde
nasıl çok tipik, tahmin edilebilir davranışları varsa, insanlarda da
aynı davranışları görüyorum. Bu ister modern bir şirkette olsun, ister
12.yy Katolik kilisesinde olsun, ister 16.yy Osmanlı devletinde olsun
davranışlar aynı. Özellikle hırslı, atak insanlar her zaman benzer
davranışlar sergiliyorlar. Fakat ateistler tarihten bu türden kişilerin
dindar olanlarının davranışlardan örnekler getirip bunların tek nedenini
din olarak açıklıyorlar. Din savaşlarında şu kadar adam öldü vs. Peki
din savaşları dedikleri Hristiyanlık içi savaşlardan vs. önce paganlar
varken ölmüyor muydu? Vahşet yok muydu? Ya modern zamanlarda? Sadece iki
dünya savaşında neredeyse 100 milyon insan ölüyor. Vahşete gelirsek
tarihin hiçbir döneminde yapılmamış vahşetler modern dönemlerde
yapılıyor. Özellikle resmi olarak ateist olan devletlerin
gerçekleştirdikleri baskılar, katliamlar herhangi bir dinin veya
kilisenin yaptıklarının fersah fersah ötesinde ve bunlar diğerleri gibi
tarihin derinliklerinde değil modern zamanlarda yapıldılar. Mesela
Stalin Rusya’sında yapılanlar, Mao Çin'inde yapılanlar, mesela Pol
Pot'un Kamboçya’sında yapılanlar vs. Dahası bunlar 2019 yılında bile
yapılmaya devam ediyor Çin gibi bazı ateist ülkelerde. Ama din dışı
arkadaşlar için varsa yoksa dindarların yaptıkları baskılar ve şiddet.
Bu
konuyla ilgili ve özellikle Türk ateistlerinde çokça gördüğüm başka bir
çelişki siyasi olarak otoriter bir bakışa sahip oldukları halde yeri
geldiğinde dindarları bunlardan dolayı suçlamaları. Mesela Peygamber
veya falanca İslam hükümdarı şu kötülüğü yaptı bu şiddeti uyguladı vs.
dedikten hemen sonra başka otoriter liderleri savunabiliyorlar pek ala.
Yani karşımızdaki insanlar 7. yy’ı yargılarken birden Dworkin oluyorlar
ama biraz sonra 21.yy'ı konuşurken Mao gibi tüm dindarları kesmek
lazımdı, bak Çin'e nasıl da ilerledi veya ah Atatürk olacaktı ki bunlara
hiç fırsat verir miydi vs. gibi şeyler söyleyebiliyorlar (bunlar şahsen
duyduğum cümleler dinsiz bazı arkadaşlardan).
Yine dinin ve
dindarların yaptığı iyilikler de görmezden geliniyor dinsizler
tarafından. Yani kilise engizisyon kurdu diyerek bu sürekli anlatılıyor
fakat daha en baştan beri kilisenin bilginin sanatın merkezi olduğuysa
es geçiliyor. Aynı şekilde dünyanın geriye kalan bölgelerinde de İslam,
Budizm, Hinduizm gibi ana dinler binlerce yıl boyunca dünya nüfusunun
ezici çoğunluğu için temel hukuk ve ahlak kaidelerini belirlediler,
bilginin ve sanatın ana kaynağı ve koruyucusu oldular. Bugün dünyanın
neresine gidersek gidelim modern öncesi dönemdeki büyük mimari eserler,
sanat eserleri, felsefi metinler, müzik eserleri hep dinle alakalı ve
dinden kaynaklanmışlardır. Yani evet dini kurumlar özellikle kendilerine
olan güvenlerini kaybettikleri dönemlerde zaman zaman baskıya,
hoşgörüsüzlüğe kaydılar fakat bu bence son derece insani bir tepki.
Modern seküler kurumlar, devletler kendilerine olan güvenlerini
kaybedip, kendilerini tehdit altında hissettiklerinde çok hoşgörülü mü
oluyorlar? İnsanda ne varsa dini kurumlarda da bunlar var zira dini
kurumlarda da işleri melekler gelip yürütmüyor.
Bunlarla ilgili
diğer bir eleştirim, dinsiz insanlar, özellikle Türk olanları, sanki
gelişmişlikle dinsizlik arasında bir ilişki varmış gibi bir kabul
içerisinde oluyorlar genelde. Oysa böyle bir şey yok. Mesela Arnavutluk
komünist dönemde onlarca yıl ateizimle yönetildi. Giderseniz tarihi
camilere ve kiliselere kadar yıkıldığını, tüm dinlerin kökünün
kazındığını görebilirsiniz. Sünnet gibi kültürel diyebileceğimiz dini
uygulamalar bile tümüyle yasaklanmış. Ve gelinen noktada kendisinin
Müslüman aileden mi Hristiyan aileden mi geldiğini bile bilmeyen
insanlar var. Müslüman kökenli olanları bile domuz eti yiyiyor vs. Fakat
sonuçta Arnatvutluk önceden neyse yine o. Avrupa'nın en fakir
ülkelerinden birisi. Yolsuzluk diz boyu. Kan davaları, kadınlara
uygulanan şiddet gibi geleneksel uygulamalar aynen devam ediyor vs. Buna
karşılık Malezya, Türkiye gibi çok daha dindar olan Müslüman ülkeler
çok daha iyi durumda. Yine Bulgaristan gibi başka ülkelere de
bakılabilir bu açıdan. Yani toplumlar sadece tek bir boyutla yani dinle
değerlendirilemez. Mesela Ortadoğu'nun bazı bölgelerinde namus
cinayetleri var, bazı yerlerinde yok. Fakat bunun olduğu yerlerde
genelde dinleri aşan bir uygulama oluyor bu. Hem Müslüman'ı hem
Hristiyan'ı namus diye öldürüyor kızlarını. Ama başka yerde de ne
Müslüman öldürüyor ne Hristiyan. Peki Arnavutluk'ta olduğu gibi bir
diktatör gelip herkesi ateist yaptı diye birden bu uygulamalar ortadan
kalkıp Almanya mı olacak bu ülkeler? Arnavutluk örneğinde görüldüğü
üzere olmuyorlar. O halde dini yok edersek her şey düzelecek kolaycılığı
yerine biraz daha sofistike bakarak Almanya ile Irak'ın asıl farkı
nedir bunları anlamaya çalışmak lazım.
Son olarak dinsiz
arkadaşların tavırları üzerine bazı eleştiriler yapmak istiyorum. Bu
kişiler niyeyse kendilerinde dindarların inançlarını, düşüncelerini,
davranışlarını sorgulama hakkını görüyorlar. Ben şu ana kadar
düşüncelerinde, davranışlarında, inançlarında her durum ve şartta
tutarlı olabilen hiç kimseyi görmedim. Psikoloji bilimi insanların
biasları, çelişkileri, zaafları üzerine çalışmalarla dolu. Fakat
ateistler dindarlardan kendilerine inançlarının doğruluğunu matematiksel
kesinlikte ispatlamalarını istiyorlar. Bu olmadığındaysa kendilerinin
haklılığının ispatlandığını zannediyorlar. Oysa söz konusu olan
dindarların değil de ateistlerin düşünceleri, inançları, kabulleri,
davranışları olduğunda kendileri bir açıklama yapma veya hesap verme
zorunluluğu görmüyorlar davranışlarında. Mesela yukarıda da biraz
bahsini ettiğim üzere 7. yy’daki bir olayı 21. yy değerleri ile
yargılayarak bir dindarı sorguya çekebiliyorlar ama 21. yy değerlerinin
özellikle 7. yy da niçin geçerli olması gerektiği konusunda hiç bir
açıklama yapma gereği hissetmiyorlar zira kendi bakışları zaten evrensel
doğru onlara göre.
Bir zaman NY Times'ta ABD'nin önde gelen bir sosyal bilimler üniversitesinin rektörü tarafından yazılmış bir yazı okumuştum (link).
Öğrencileri arasında şahit olduğu aşırı eleştirel bakış açısını
sorguluyordu yazıda. Öğrencilerin derslerde tüm düşünürlerin açıklarını
bulmak için uğraştıklarından ve bunu da zeka göstergesi ve başarı olarak
gördüklerinden fakat bu düşünürleri anlamak ve onlardan bir şeyler
öğrenmek için yeterince çaba sarf etmediklerinden yakınıyordu. Mesela
bir yerde şöyle yazıyor "Eleştirel bakış tabi ki akademik ortamın ve
öğretimin temellerindendir, fakat inançsızlık fetişizminin zeka
göstergesi olarak görülmesi kültürel kaynaklarımızın eriyişine neden
oluyor". Bu yazı dinle ilgili bir yazı değil (bir önceki cümlede
inançsızlıktan kasıt düşünürlerin fikirlerine inançsızlık) fakat ben
özellikle Türkiye'de karşılaştığım dinsiz arkadaşların yaklaşımlarını da
bu yazıda eleştirilen gençlerin tavırlarına benzetiyorum ve ham bir
yaklaşım olarak görüyorum. Dahası ilk yazıda anlatmaya çalıştığım üzere
bu türden her şeyi eleştirmeye ve yanlışlamaya odaklanmış bir bakışın
kendi açıklarını görmüyor olması da bence çelişkili.
Dinsiz
arkadaşlara İslam'a girmelerini değil ama kendi kabullerinden biraz daha
şüphe duymalarını ve başkalarının kabullerine biraz daha saygılı
olmalarını öneriyorum (saygıdan kasıt sadece insanların inançlarına
karışmamaları değil bunun ötesinde o insanların da kendileri kadar
zekası olabileceğini ve tercihlerinin makul nedenleri olabileceğini
düşünmeleri). Kendi haklılığından ve karşısındakinin haksızlığından 100%
emin, misyoner ve militan tavırlar şahsen beni her zaman irrite etti,
ister dinlerin misyonerleri olsun ister ateistlerin. Buna karşın
başkalarından önce kendi inançlarını sorgulayanların, gerçeği
arayanların, dünyayı ve insanlığı anlamaya çalışanların
yaklaşımlarınıysa kim olursa olsun saygıdeğer buluyorum. Bu nedenle
Dworkin gibi ateistlerle birlikte yaşamak konusunda sorun
yaşamayacağımızı düşünüyorum. William Butler Yeats adlı bir şairin bir
şiirinden aldığım şu dizelerle bitireyim yazıyı.
The best lack all conviction, while the worst
Are full of passionate intensity.
-Ahmet Şeker
