Zehra Zümrüt Selçuk Türkiye Cumhuriyeti Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler bakanı. Bir kadın ve öyle sanıyorum ki anne. Eğitimi ve mesleki kariyerine bakıldığında oldukça donanımlı görünse de bunlar üzerine yorum yapmamayı tercih ederim. Modern dünyada fırsat eşitsizliğinin ne boyutlarda olduğunu bugüne kadar yeteri kadar gözlemlediğimi ve tecrübe ettiğimi düşünüyorum. Maalesef Batı ülkelerinde de durum Doğu’dan çok farklı değil, muhtemelen sadece dereceleri ve pratikte eşitsizliğin kendini gösterme şekli farklı.
Bu yazı M. Nedim Hazar’ın Sayın Selçuk’a kadın kimliği üzerinden yaptığı iğrenç tarifler üzerine değil elbette. Kendisini ve rezil üslubunu yazımın içinde geçirmekten dahi utanıyorum. Gerçekten, okudukça iğreniyorum ve bu yazının okurlarından orada bir benzetme yapıldığı üzerinden yorum getirmemelerini rica ediyorum. Edebiyatım çok iyi olmasa da benzeyen, benzetilen, benzetme edatı gibi kavramlara kısacası benzetme sanatına bir parça aşinayım. Yerden yere vurun yazıyı da fikirlerimi de ama lütfen bana ‘irileşmiş organizma’ tabirini hoş görmemi telkin edecek şekilde eleştiride bulunmayın.Böylelikle küçük ricamı da iletmiş ve yazıma kısa da olsa bir giriş yapmış oldum. Doğruyu söylemek gerekirse bu küçük rica tam da yazıma bahis konunun kaynağında yer alıyor diyebilirim. O zaman biraz açayım.
Körü körüne grup aidiyeti hayatımızın bir parçası. Beğenmesek de onaylamasak da hemen hemen her birimiz bir şekilde bazı aidiyetlerimize körü körüne bağlıyız. Bunların kimisinin farkında değiliz, kimisini muhtemelen masum görüyoruz. Örneğin, bir kişinin kendi şehrinin veya okulunun spor takımına köru körüne bağlılığı masum kategorisinde değerlendirilebilir. Ne var ki, masum olanları da dahil olmak üzere belki de hepsinin bizi bir gün içine düşürmesinin kuvvetle muhtemel olduğu bir handikap var: kendi değerlerimizle, çıkarlarımızla, düşüncelerimizle çelişecek fikir ve uygulamaları savunmak zorunda kalmak.
Kabul ediyorum, Nedim Hazar iddiama iyi bir örnek değil. Birincisi, Sayın Hazar zaten doğrudan kendisi üzerinden aidiyet tanımlanan bir kişi değil. İkincisi, benim eleştirdiğim sözleri ülkede artık herkesin eleştirdiği ya da nefret ettiği bir siyasi partinin yönetici kadrosundan bir kişiye yönelik. Buradan hareketle, Sayın Bakan’ın mensubu olduğu siyasi parti göz ardı edilerek değerlendirilmeyeceği için, benim Hazar’ın Sayın Selçuk’a yönelik sözlerinin cinsiyetçi olduğuna dair eleştirim de yersiz ve gereksiz bulunacak birçok kişi tarafından. Sözün özü, Hazar’ın bence açıkça cinsiyetçi ve iğrenç açıklamalarını tevil ve tefsir etmek oldukça kolay olacak birçok kişi için. Haliyle, muhtemelen hiç kimse bir şekilde cinsiyetçi bir ifadeyi savunuyor durumuna düştüğü zannına kapılmayacak.
Doğruyu söylemek gerekirse, böyle bir zanna belki de hiç kapılmıyoruz. Beğenmediğimiz, kabul etmediğimiz ve bazen de kesinlikle kınadığımız bazı fikir ve davranışları onaylamakla geçiyor hayatımız. Sağ partileri destekliyorsanız Adnan Menderes’in ülkeye yaptığı tahribatı, yolsuzluklarını ve ahlaksızlıklarını solculara karşı; milliyetçilik kendi kimliğinizi tanımlarken öne çıkıyorsa, bazı sağ partilerin ırkçı söylem ve davranışlarını; Galatasaray futbol takımını seviyorsanız Fatih Terim’in kabalığını, futbol bilmezliğini ve daha da önemlisi magandalığını; AK Parti hükümetini destekliyorsanız yolsuzluklara kılıf hazırlarken bulabiliyorsunuz kendinizi. Sünni Müslümansanız Yezid’in Kerbela’da yaptıklarını; sıkı bir Osmanlı hayranıysanız Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u ‘fethetme’ hırsını; Necip Fazıl veya İsmet Özel hayranıysanız her ikisinin faşist söylem ve tutumlarını görmezden gelmek ya da incelikle yumuşatmak durumunda kalabiliyorsunuz.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Malum, burada tartıştığım konu başkaları tarafından defalarca ve daha güzel şekilde incelendi, nitelikle tespitlerle desteklendi. Bu bağlamda Cemil Meriç’in ‘‘izm’ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir’’ sözünü hatırlamadan geçmek olmaz. Her ne kadar Cemil Meriç burada sadece ideolojileri hedef almış gibi görünse de hür düşünceyi sınırlamaya çalışanların kendi fikir sistematiklerini bir ideoloji gibi örgüledikleri çıkarımı da yapmak akla çok aykırı olmasa gerek. Bunu spor ve başka bazı alanlarda fanatizm olarak duymuş olsak da ben hepsini bir şekilde ideoloji olarak görüyorum.
Bu son söylediklerimle körü körüne aidiyet, Cemil Meriç referansıyla, ideolojilerin hür düşünceye tahakkümü ve kısıtlamasıyla eşleştirilmiş gibi görünse de temel tezimin böyle bir aidiyetin kişiyi kendini inkara giden bir sürecin içine hapsetmiş olduğunu yinelemem gerekiyor. Sosyalleşmenin insanın varoluşsal sürecinde ne kadar önemli olduğunu göz önüne aldığımızda belirli fikir ve hedefler etrafında insanların bir araya gelerek gruplar oluşturması kaçınılmaz, hatta gerekli. Ama, ne olursa olsun, bu aidiyetlerin insan ürünü olduğunu ve kendi yarattıklarımıza tapmak zorunda olmadığımızı da belki de aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. En azından kendi savunduğumuz değerlerle çelişmemek için.
Adnan Menderes demişken, hikayesi destanlaştırılan demokrasi kahramanımızı anmadan geçmeyelim (Bunu yazarken bazılarınızın ‘ama’larını duyar gibiyim.) Osmanlı mimarisi ve camilerine pek düşkün halkımızın acaba Adnan Menderes’in yol yapma bahanesiyle cami yıkma rekorunu elinde bulundurduğunu öğrenmesi demokrat sağ cenahta nasıl bir etki yapar acaba? (1) ‘Yol oradan geçecekse o camiyi yıkarım’ (2) sözlerini sahibi Erdoğan’a, AK Parti destekçilerinin, ‘Bak bu olmadı Reis’ diyeceklerini ne kadar beklesek duyarız dersiniz? Hemen AK Partililere kızmayalım saygıdeğer okur, hiçbirimizin karnesi pek de temiz sayılmaz sanırım, ne dersiniz?
(1) https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=333747
(2) https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/10/131021_cami_erdogan
Selim İzleyici
Twitter: @SelimIzler
