Dini literatür hakkında temel bilgilere sahip olanların bildiğini varsaydığım bir mesele var.
Önceliği ve sıralamadaki yeri tartışılmaz olan gerçek şu ki: Allah’ın rahmeti sonsuzdur. O dilerse kullarını affeder bağışlar. Dilerse cezalandır. Cezalandırdıktan sonra yine mükafatlandırır. Fakat bir noktada rezervi vardır ki bu alana girmeyi asla af kapsamına almadığını belirtir. Şirki affetmeyeceğini şiddetle hatırlatır. Şirk /Şerik/Ortak koşma önemli ve bizim de konumuzla yakından ilgili olduğunu belirtmemiz lazım.Şirk/Ortak koşma dini anlamda kısaca şöyle izah edilir. Allah’ı tek Mabud, Rab, hüküm ve hükümranlık sahibi kabul etmek; hem yaratıcı, hem hüküm koyucu, hem hesap sorucu, hem rızık hem hayat verici olduğu kabul veya iman edilmesidir. Bu alan tamamen Allah’a aittir ve oraya başkasını koyamazsınız. Bu konularda anlaştıysanız, konuyu kabullendiyseniz diğer meseleler daha kolay anlaşılır ve kabul edilir ve de hükmü daha az hasarla icraya konulur. Bu alan dini konularda ihtisas sahibi olanları ilgilendirir diye burada kesmek istiyorum.
Teolojik ve felsefi alana kayma riski var. O konulara dair yetkin biri değilim.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan bu yana kendi varlığına ilişkin iki temel tehlikeyle karşılaştı:
Birincisi Kürt Meselesi ve ona bağlı ortaya çıkan terördü. Son eli yılımızın değişmeyen tek gündemi ve bunca can ve mal kaybı herkesin bilgisi dahilindedir.
İkinci tehdit Cemaat/Cemaatlerdir. Cemaat veya cemaatlerin devletle sorunu daha eskiye dayanır. Devletin kuruluş tarihinden itibaren ve kuruluş felsefesine dayalı bir karşı gelme şeklinde ortaya çıktı.
Yüzyıllık cemaat/devlet kavgası devletin cemaatleri baskılaması birçok olayda görüldüğü gibi darbeler 28 Şubat vb. elde edilen tecrübeler sonucunda büyük çoğunluğu devletin onlara çizdiği sınırlarda kalmaya razı oldu. Bu sınırlar dahilinde kalmak kaydıyla devletle birliktelikte karşılıklı kazançlar da elde edildi. Devlet kendi güvenliğini sağladı, cemaatler de nimetlerden istifade şansına sahip oldu. Tabi devletin bir gözü daima açık olduğu gerçeğini göz ardı etmemek lazım. Şu an her iki kesim de gidişattan memnun ve mesrur durumda.
Gülen cemaati tekil olarak burada sorun olarak karşımıza çıkıyor.
60’lı yılardan sonra herhangi bir cemaat olarak ortaya çıkıyor. Sonra hızlıca büyüyor ve yeni çalışma şekilleriyle avantaj elde ederek diğer cemaatlerin çok ötesinde bir hacme ulaştığını görüyoruz. 1990, 2000 sonrası siyasetle girdiği ilişkilerden sonra elde etiği güç ile artık tehlike olmaya başlıyor.
Devlet ve onu yöneten iktidarlar daha öncelerinden de cemaatle çeşitli ilişki ve mücadele yöntemlerine başvurdu. Fakat cemaat bir türlü gücünü yitirecek şekilde baskılanamadı ve hep daha da güçlenerek çıktı. Bu başarısızlıktaki temel nokta sanırım mücadele şekli ve yönteminin laiklik ekseninde olması. Laiklik ön koşul olunca bütün muhafazakâr camia cemaatin arkasında öyle ya da böyle onu devlete karşı destekliyordu bundan ötürü devlet/iktidarlar bir türlü imha edici darbeyi vurmayı beceremedi. Ta ki muhafazakâr bir iktidar eliyle önce tamamen deşifre edilerek açık alana çekildi veya gelmesine müsaade edildi. Daha sonra girişilen kavgada geriye çekilmesi olanaksız kalınca tamamen açıkta olduğundan daha kolay bertaraf edildi. Halk desteğinden yoksun olması en büyük zaafı oldu. Oysa en büyük gücü halk sanılıyordu. Buradaki handikap muhafazakarın muhafazakarı ekarte etmesiydi ve halk muhafazakar devletten/iktidardan yana zorunlu olarak yer aldı.
2010-2020 arası ve daha da devam edeceği görülen bir zamanda ülke olarak yaşadığımız en büyük iç kargaşa ve detaylar yumağı… Malum olaylar zinciri devam ediyor.
Son bir yılı aşkındır çeşitli neden ve zamanlarda gündeme gelen af yasasında gördüğümüz sonuç cemaat ve Kürtler bu af yasasında kapsam dışında tutulmuş. İnsan hayatı tabi ki her şeyin üstünde bir hakka sahiptir bunda şüphe yok. Ama acı olan şu ki realite bize aynı durumu göstermiyor.
Başından beri izah etmeye çalıştığım gibi devlet kendi egemenlik alanına girme teşebbüsünde bulunanları asla affetmiyor. Yaşam hakkı burada ikinci derecede öneme sahip kalıyor.
Allah’ın şirk suçunu/günahını kabul etmediği gibi devlet de hükümranlığına girme cesareti! gösterenleri affetmiyor.
Kürt meselesi yazının ana konusu olmadığından onu dışarıda bırakarak şunu söyleyebilirim ki: Bugün ülke içinde veya dışında cemaat adına bu konuları dert edinen ya da mücadele etiğini düşünenler bu realiteye göre hareket etmeleri evvela Türkiye’dekiler açısından çok önem arz ediyor. Hesaplaşma naraları atarak dışarıdan kahramanlık yapanlar en çok cemaat iltisakı dolayısıyla hayatları kararan insanlara zarar verdi, veriyorlar. Görünen de o ki vermeye devam edeceklerdir.
Üzgünüm ama olması gereken çoğu zaman olana yeniliyor. Onun için cemaat yönetimi ülke içinde yaşayanları artık özgür iradeleriyle baş başa bırakmalı ve bıraktığını net olarak ortaya koymalıdır. Geride kalanlar devletle bir sulh yolunu bulup hayatlarına devam edecektir.
Özelikle yurt dışında hayatlarını devam edenler söylemlerine dikkat etmelidirler. Her olağan ya da olağan dışı olayı bu konularda suçlu olarak bildikleri kitlelere ilahi bir ceza olarak lanse etmeleri çok sakıncalı ve olayların daha da kangrenleşmesine neden olmaktadır.
Bu alanda sözü zamana ve tarihe havale etmenin en iyisi olacağını düşünüyorum. Yaraya tuz bastırmanın faydası olmayacağı anlaşılmalı artık. Bu kadar acı yetti sanırım. Başka söze gerek var mı?
Gıyasettin Bingöl