Bilhassa 15 Temmuz 2016 sonrasında, Gülen Cemaati’nin bulaşmış olduğu hukuk dışı ve ahlak dışı eylemler inkar edilmesi imkansız derecede gün yüzüne çıkmaya başladı. Geçmişi yaklaşık elli yıl geriye giden bu oluşum hakkında akla gelen çok önemli bir soru var: Cemaatin emelleri ta en baştan beri “karanlık” mıydı, yoksa zaman içerisinde mi bu yöne doğru evrildi? Yazım bu sorunun cevabını aramak üzere yazılmıştır.
Öncelikle bu soru hem kendimin, hem de farklı seviyelerde cemaatle içli dışlı olmuş dostlarımın çok sık aklımıza gelen “kandırıldık mı?” sorusunun da doğrudan cevabını içerdiği için önemli buluyorum. İkinci olarak da, ortalığa dökülen onca kanıt var iken neden halen cemaat mensuplarının çok yüksek oranda bağlılıklarını devam ettirdiklerinin de yine aynı soru ile alakadar olduğunu düşünüyorum.Yine başlangıçta belirtmek isterim ki, bu cemaatin farklı dönemlerde yapmış olduğu yanlışları yazının ana konusundan ayırt etmek gerekir. Örnek olarak, faaliyetlerinin genel olarak yasal ve takdire şayan olduğu bir dönemde kurban derisi toplarken mensupların “yalan söylemeyi” meşru görebilmesi daha ziyade yapının kurgusundaki eksik ve hataların yansımasıdır. Burada cevabını aradığım soru ise, Gülen başta olmak üzere bu hareket ve yöneticilerinin yıllar öncesinden karanlık gayelere sahip olup olmadıklarıdır. Daha somut bir ifade ile, 1970’li yıllarda vaazlar verirken veya 90’larda Sovyetlerin dağılması sonrasında Orta Asya’da okul seferberliği başlatırken, Gülen’in aklının bir köşesinde “Türkiye Cumhuriyeti Devleti idaresini kontrolü altına alması için gerekli insan kaynaklarını yetiştirmek” gibi bir gizli gaye mi vardı?
Kendi gördüklerim, yaşadıklarım ve dostlarımla (bir kısmı cemaat içerisinde epey üstlere kadar görev almış) tartışmalarımın beni ulaştırdığı cevap, kısaca HAYIR. Şeffaflık cemaate atfedilebilecek belki en son sıfat. Dolayısı ile, tarihi devinimi içerisinde geçtiği her dönemde, yayın organları veya sözcülerinin (Gülen dahil) açıklamalarının gerçek gayeyi yansıttığını söylemek çok safça olur. Bununla birlikte, on-yıllar boyunca şiddetin en küçük bir şekline dahi meyletmemiş, aksine bundan sakındırılmış insanların, yıllar sonra gerekirse zorla (askeri darbe gibi en uç bir şiddet formu ile) istediklerini elde etme niyetlerine ta en baştan sahip olduklarını düşünmek de çok makul görünmüyor.
Başlangıçtan itibaren karanlık emellere sahip olma fikri özellikle bu günlerde çok rağbet görse de, yaşanan durumu aşırı özgüvenin getirdiği yozlaştırma ve kokuşma olarak nitelemeyi daha doğru buluyorum.
Bugün itibari ile yaşadığımız öfke, kimi zaman geçmişte yaşananları değerlendirmelerimize de yansıyor. Oysa bu en basitinden nedensellik ilkesine aykırı. Bugün yaşadıklarımız geçmiştekilerin sebebi olamaz. Bugün gelinen noktadaki tüm olumsuzluklara rağmen, cemaatin geçmişte yapmış olduğu birtakım faaliyetlerin o dönem itibari ile takdire şayan olduğunu ve bu faaliyetlere gönüllü olarak destek veren insanların da yaptıkları ile gurur duymaları gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan en önemlisi Orta Asya’da okul açma faaliyetleri. Gerek zamanlama, gerek organizasyon ve örgütlenme açısından bu çalışmalar bir başarı hikayesidir. O dönemde bu faaliyetlere katkıda bulunanlar kendileri ile barışık olmalıdır. Kimseye kötülük yapmadılar, aksine belki binlerce genç insana kaliteli eğitim sağladılar.
Diğer bir önemli katkı, cemaatin muhafazakar insanların eziklik psikozundan kurtulup eğitimli ve başarılı bireyler olabileceklerini kanıtlaması ve bunun gerçekleştirilmesi konusunda ciddi faaliyetler yapması olmuştur. Okul çağlarımda Gülen’in dikkatimi çekmesini sağlayan ne hüzünlü vaazları, ne de kimilerinin karizmatik gördüğü kişiliği olmuştu. Mahallemin camisinin hocası din adı altında en işe yaramaz tali detaylardan (ağızdaki diş dolgusunun gusül abdestine mani olup olmaması gibi) bahsederken, Gülen bilimden (din ile çelişmediğinden), nebülozlardan, proteinlerden, ekonomiden vs bahsediyordu. Etrafında eğitimli insanların öbek öbek toplanması etkilenenin sadece ben olmadığımı gösteriyor.
Dolayısı ile, bir dönem cemaat içinde meşru faaliyetlerde bulunan veya samimi duygularla destek veren kişilerin herhangi bir kandırılmışlık veya pişmanlık duyguları içerisinde olmamaları gerektiğini düşünüyorum. Meşru kelimesini açmak gerekir; yasal olarak faaliyet gösteren bir okulda en iyi şekilde eğitim vermeye gayret eden bir öğretmen, cemaat bugün hangi noktada olursa olsun, o dönem yaptıkları ile mutlu olmalıdır. Diğer yandan, özellikle masum insanlara zarar vererek devlet kademesinde güçlenmek için yapılanlar elbette meşru değildir.
Yukarıda da belirttiğim gibi, cemaatin içerisine evrildiği ve bugün itibari ile yaşadığı durumu, kuruluş gayesinin tezahürü değil, aşırı özgüvenin netice verdiği bir kokuşma olarak görüyorum. Cemaat içerisinde en başından beri iki hususta akla mantığa sığmayacak ölçüde bir özgüven olmuştur:
Bir: Fethullah Gülen’in kendisi. Gülen seçilmiş bir kişidir. Ismarlamadır. Davranışları ve kararları kendiliğinden değil, onu özel bir gaye ile gönderen Yaratıcı güdümündedir. Yaptığı bazı şeyler an itibari ile anlaşılmasa bile, ileri bir vakitte ne kadar isabetli oldukları ortaya çıkacaktır. Bu argümanlar itikadi olarak son derece problemli olmasına rağmen kabul görmede çok zorluk çekmemişledir (Bunun nedenleri ayrı bir konudur, fakat kısaca altyapının buna zaten hazır olduğunu, islam aleminin benzer niteliklerde şeyh, hacı, hoca, mollalar ile dolup taşmış olduğunu hatırlatmak burada yeterlidir.)
Halbuki Fethullah Gülen etli kemikli bir insandır. Hata yapmaktan münezzeh falan değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Böyle bir ayrıcalığı Allah, sevgili peygamberlerine dahi vermemiştir.
İki: Cemaatin bizatihi kendisi. Bu hareketin sahibi Allah’tır. Siz yardımcı olmakla ancak kendinizi kurtarırsınız. Allah hakkı tutup kaldıracaktır. Melekler bile size gıpta etmektedir. Bu argümanlardaki problem de yine ayrı yazı konusu olmakla birlikte, Allah’ın hangi hareketi sahipleneceğine bizim karar veremeyeceğimizi hatırlamak yeterli olacaktır. Aksi şirk ile eşdeğerdir. Kendini Allah zannetmektir.
Netice itibari ile, cemaat özelinde elli yıllık bir serüvenden bahsediyoruz. Bu serüvende Türkiye ve Dünya gündemi, sosyolojik yapısı, siyaseti sayısız değişiklikler geçirmiştir. İlerleyen zaman içerisinde gelişmesini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için cemaatin sağlıklı otokontrol ve yeniden yapılanma mekanizmalarına sahip olması gerekirdi. Oysa ki liderini ve kendisini kutsal ölçüde hata yapmaz gören aşırı özgüvendeki bir yapının bu gelişmeleri göstermesi mümkün değildir. Yanlış’a “yanlış” denemeyen bir oluşum, ne kadar ulvi gayelerle yola çıkarda çıksın er veya geç kokuşur. Güçlendikçe kendi gücünün esiri olur. Ve ardında tüm başlangıç noktalarına ters düşen bir “tepedekiler” hiyerarşisi, ve o tepede olan bitenden habersiz masumane insanlığa hizmet ettiğini düşünürken kendisini zindan karanlıklarında bulan bir “aşağıdakiler” ordusu bırakır.
Nehir Geçen
Twitter: @Nehirgecen