The Cemaat 15 Temmuz’un Bence Neresinde?

The cemaat’in (Gülen cemaatinin) 15 Temmuz’un neresinde olduğu sorusu elbette ki çok önemli bir soru. Belki de bu soru hakkındaki düşüncelerimi daha öncesinde yazmam gerekirdi. Bir kısım görüşlerimi ifade etsem de bu konuda tam olarak ne düşündüğümü ve sebeplerimi enine boyuna hiç açıklamadım. Geçen twitter’da bir etkileşim üzerine bu konuda bir yazı yazacağım demiştim. Sözümü yerine getiriyorum. 

Bu soruya cevap vermeden önce iki şey ifade etmek istiyorum. Birincisi, benim the cemaat eleştirilerim—velev ki—15 Temmuz konusunda tamamen masum olsalar da değişmeyecek. Bir dini cemaat düşünün, garson usb’si adı altında tüm emniyet teşkilatını fişlediği ortaya çıkıyor, Matrix diye bir kriptolu program altında yine benzer şekilde tüm askeriye personelini fişliyor. Bu cemaatin bir kısmının eylemleri dini bir cemaati değil bir istihbarat örgütünü andırıyor. Bu cemaatin devlette örgütlenmesi sırasında soru verilmesi, kayırma, kumpas, mobbing gibi sayısız suçlar işlenmiş. Tabii ki 15 Temmuz büyük bir travma ve suç, ama 15 Temmuz masumiyeti bile (ki masum olmadıklarını düşündüğümü aşağıda açıklayacağım) bu cemaatin bir kısmının—üzerine basarak söylüyorum; hepsinin değil, haklarında FETÖ/PDY’den cezalar verilen insanların %95’i değil; sadece suçu planlayan ve işleyen kısmının—suçlu olduğu gerçeğini değiştirmez, ve bence sonuna kadar haklı olan eleştirilerime devam ederim. Zannediyorum the cemat eleştirilerimin 15 Temmuz’daki rollerinden etkilenmiyor olması böyle bir yazıyı geciktirme nedenlerinden birisidir. İkinci sebebe geçmeden şunu da eklemek istiyorum. Aklen hiç şüphe duymuyorum ki, Gülen tarafından yapılan bu cemaat tasarımı patlamaya mecbur bir tasarımdı, 15 Temmuz olmasaydı başka bir şekilde patlayacaktı. Gülen’in böyle bir tasarımı patlaması için yaptığını düşünmüyorum elbette, ama ne niyetle yapmış olsun hasılında ortaya çıkarttığı tasarım çok sakattı ve bundan tek sorumlu kendisi.

İkincisi, elbette ki, ben ne hakimim, ne avukat, ne savcı. Zaten herhangi bir şekilde hukukçu da değilim. Dolayısıyla bu önemli soruya verdiğim cevap sadece kendince doğruyu objektif bir şekilde bakıp bulmaya çalışan bir birey olarak mütevazı bir cevaptır. Hukuki değil, ama gözleme dayanan, rasyonel, ve bir kişinin düşüncesi olması itibariyle hem mecbur olarak bir miktar sübjektif, hem de başkalarının önemsemek zorunda olmadıkları bir cevaptır. Yine de cevabımı vereyim. Peki neden bu soruya bir cevap vermek istiyorum? İki sebepten. Birincisi, yazının başlığındaki soruyu önemsiyorum. İkincisi içim dışım bir olsun istiyorum. Başkaları benim düşüncemi duymayı önemsiz görse de, ben kendi düşüncemi açıklamayı önemsiyorum. 

Bu kadar uzattığım için bir yanlış anlaşılma olmasın. Yazının başlığındaki soru konusunda kafam gayet net ve bu netliğe uzun süre önce ulaştım ve son 2-3 senedir bu soru hakkında çok bir şüphem yok. Tabii ki yeni veriler gelince eski düşünceler değişebilir. Ama bu durumda sonradan ortaya çıkan veriler de ulaştığım sonucun doğru olma ihtimalini sadece arttırdı. Yazımın bundan sonraki kısmının baş taraflarında herkesin bildiği veriler ışığında ulaştığım sonucu ve bunun sebeplerini açıklayacağım. En sonunda ise kişisel olarak bana ulaşan bir kısım verilerin söylediği daha detaylı kısımları açıklayacağım.

Bu uzun mukaddimeden sonra gelelim bu yazının başlığı da olan sorunun cevabına. The cemaat 15 Temmuz’un neresinde? Bence ortasında. Tam ortasında. Tabii ki ortasında dediğim the cemaat diye adlandırdığım Gülen cemaatinin tamamı değil, onların askeri hususi hizmetlerinin bir kısmı ve onları yöneten cemaatin yönetici kadrosunun bir kısmı. Peki neden onlar ortasında? Birincisi, bence bu darbe girişimi the cemaatin iddia ettiği gibi bir tiyatro değil. Tiyatro olması için onca paşanın, subayın müebbet alacaklarını bile bile kendilerini yakmaları lazım. Bu mümkün değil. İkinci olarak ve dolayısıyla bu kalkışmanın ortasında olan birileri olmak zorunda. Bu kalkışmanın ortasında kim olabilir? Bu soruya cevap vermek için üç şeye bakılabilir. Birincisi böyle bir darbenin başarılı olmasını kim ister? İkincisi, böyle bir işe teşebbüs etmeye kimin gücü ve kapasitesi vardır? Üçüncüsü, bu kalkışmada suçüstü kimler yakalanmıştır? 

Bu üç sorunun üçü de en muhtemel cevap olarak Gülen grubunu veriyor. Açayım. İlk soruya dair: Gülen grubu mevcut iktidarın, mevcut iktidar Gülen grubunun en büyük düşmanıydı o konjonktürde. Dolayısıyla darbe ile Erdoğan ve AKP’den kurtulmak en çok Gülen grubunun işine geliyordu (buraya ek olarak Emre Uslu’nun Temmuz’da biletimi alın tweetlerini, Tuncay Opçin’in “yatakta basıp, şafakta asarlar” tweetlerini, Osman Özsoy’un televizyondaki “Profesör olacağıma keşke bir albay olsaydım, daha fazla hizmet ederdim” sözünü ekleyebilirsiniz.) İkinci soruya dair: TSK içinde değişik grupların olduğu hepimizin malumu. Gülenistler haricindeki neredeyse herkesin kabul ettiği bir diğer gerçek de şu ki: orgeneral, korgeneral ve tümgeneral rütbeleri haricindeki (yani tuğgeneral ve altı) tüm rütbelerdeki en güçlü ve kalabalık grup Gülen grubu. Tümgeneraller içinde bir miktar yapılanmaları da mevcut gibi görünüyor (önemli olarak pilotlar arasındaki güçlü yapılanmaları da biliniyor.) Orgeneral ve korgeneralleri de bir şekilde ikna edebilirlerse (veya zamanında devşirebildilerse) başarılı bir darbe için ellerinde her şey var, ve diğer grupların hiç birisinin onlara benzer gücü ve kapasitesi yok. Üçüncü soruya dair: tabii ki bir askerin hangi gruptan olduğunun ispatı hiç kolay bir şey değil, ama Gülen grubu dünyada muhtemelen eşi benzeri görülmemiş bir şeyi yapmayı başardı. Darbenin ana üssünde sivil adamlarını yakalattılar! Bu konuyu aşağıdaki paragrafta açacağım. Ondan önce bu paragrafı şu şekilde kapatalım: Gülen grubunun bir kısmı 15 Temmuz’un ortasındaydı çünkü bu suça motivasyon, kabiliyet ve parmak izi bakımından tam olarak uyuyorlardı.

15 Temmuz kalkışmasının ana aktörleri the cemaat kripto askerlerinin ve hususi imamlarının bir kısmı olarak görünüyor. Bunu anlayabilmek için Akıncı’dan çıkan 5 sivile bakmak yeterli. Başka bir şeye bakmaya lüzum yok. Biliyorsunuz Akıncı üssü darbenin ana üssüydü ve oradan 5 tane sivil çıktı, bunlardan Adil Öksüz ortalıktan kayboldu; Kemal Batmaz, Harun Biniş, Nurettin Oruç ve Hakan Çiçek hala tutuklu olarak yargılanıyor. Bu 5 kişinin de cemaat bağlantıları aşikar, cemaatle alakadar oldukları konusunda hiç bir şüphe yok (isterseniz Kamil Maman ve İsmail Sezgin’in bu sivilleri teker teker incelediği videoları izleyebilirsiniz, ilk bölüm için link). Yine biliyorsunuz Adil Öksüz ve Kemal Batmaz 11 Temmuz 2016’da aynı uçakla Amerika’ya gidiyorlar, 13 Temmuz 2016’da aynı uçakla Amerika’dan dönüyorlar ve Atatürk havalimanında beraber dolaşıyorlar. Bu iki cemaat hususi abisinin darbe teşebbüsünden iki gün önce gelecek şekilde Amerikaya 1-2 günlüğüne gidiyor olmalarının akla hakaret etmeyecek tek açıklaması Gülen ile görüşmeye gidiyor olmalarıdır. The cemaatin arkasına sığınabileceği tek sığınak Adil Öksüz MİT ajanıydı şüphesidir (ki bu benim ihtimal vermediğim bir şüphedir, çünkü Öksüz’ün yılların mollası olduğu biliniyor, mesela Abdullah Aymaz bunu itiraf ediyor; Gülen de insanların aklıyla alay edercesine tanımadığını söylüyor, demek ki bir şeyleri gizliyor), ama hadi öyle olsun. Kemal Batmaz da mı ajan? Öksüz’ü kaçırdılar da Batmaz’ı neden kaçırmadılar? Batmaz madem neden anlatmıyor 11-13 Temmuz Amerika seyahatinde olanları, insanların aklıyla dalga geçmeden?

Kısacası (belki de 4 kuvvet komutanlığının ve TSK genelinin baş abileri olan) bu 5 hususi imam o gece Akıncı’da cemaatten askerleri koordine etmek için bulunuyordu. Gülen cemaatini azıcık tanıyan birisi bilir ki bunu Gülen’den izin veya direktif almadan yapmaları mümkün değildi. TSK içindeki en kalabalık ve güçlü grubun Gülen grubu olduğundan üstte bahsettik. Ama problem şurada, bu askerler birbirlerini bilmiyorlar (en azından cemaatin hususi yapısıyla alakalı bugüne kadar öğrenebildiklerimizden çıkarımım bu şekilde.) Bunlardan 3-4 tanesini bilen bir imam var, o imamlardan 3-4 tanesini bilen (dolayısıyla askerlerden 9-16 tanesini bilen) başka bir imam var, onun da bir imamı var, vesaire; bunların hepsini beraber bilebilecek tek kişiler ise işte bu kuvvet komutanlıklarının hususi abileri, Akıncı’dakiler; ya bildiniz işte Çiçek, Oruç, Biniş, Batmaz ve Öksüz. O yüzden ordalar, koordine etmek için ordalar; ama beceremiyorlar, işler karışıyor; sonra kendilerini tarla bakarken buluyorlar! Daha başka bir sürü delilden daha bahsedebiliriz (askerlerden itirafçı olanların itirafları, Türksat binasına yayın kesmeye gelen cemaatçiler, tankın içinden çıkan muhreç komiser Mithat Aynacı vs.) ama zaten o işi Yıldıray Oğur ve Ceren Kenar yapmışlar (link), benim tekrar etmemin manası yok.

Olay şöyle olmuş gözüküyor. The cemaat darbe planları yapıyor. Tabii ki darbe planı dediğin çok gizli bir şekilde yapılmak zorunda, özellikle üst komutanlara çok doğru zamanlarda sorulmak zorunda. Herkese ne zaman söyleneceği çok kritik bir şekilde belirlenmek zorunda. Muhtemelen darbe hazırlıkları sırasında Akar dahil komutanları ikna edebileceklerini düşünüyorlar (belki de Akar bu şekilde onları yanıltıyor öncesinde). Sonra bir şeyler aceleye geliyor, belki öne çekilen darbe gününden dolayı bazı komutanlara ulaşamıyorlar, belki son anda geri çekilen veya kabul etmeyen komutanlar oluyor. Hasılı 15 Temmuz akşamı baştan çok zayıf olarak başlıyor darbe teşebbüsü, ama madem başladık şansımızı deneyelim diyorlar ve başarısız oluyorlar.

Peki 15 Temmuz’a dair söyleyebileceklerim bu kadar mı? Değil. Çünkü 15 Temmuz’a dair aydınlanmayan ve kafa karıştıran çok şeyler de var. En basitinden 14 Temmuz’da Akar ve Fidan’ın görüşmesi var mesela. Burada yaklaşmakta olan bir darbe teşebbüsü konuşulmuş olabilir. Daha karmaşık olarak gazeteci Müyesser Yıldız’ın yazıları var, mesela “Darbenin Saati Gece Üç müydü?” yazısı var (link). Abidin Ünal'ın askeri öğrenciler için “çocukları yormayalım, bu gece yorulacaklar” demesi ve sonra İstanbul'a göndermesi, Erdoğan’ın darbe teşebbüsünü nasıl öğrendiğine dair değişik ve değişen saatler vermesi, darbeyi araştıran güzel bir komisyon kurulmaması gibi durumlar 15 Temmuz hakkında hükümetin söyleminin de çok itimat edememize sebep oluyor. Ve bu tip durumlar bir “kontrollü darbe” olabilir dedirtiyor. Kontrollü darbe bir ihtimal. Bir diğer ihtimal de şu: 15 Temmuz the cemaate karşı bir tuzak değil, karşılıklı bir mücadele veya satranç gibi stratejik bir oyunun son hamleleridir; cemaatin darbe yapma ihtimalini ve hazırlıklarını gören iktidar onlardan daha iyi hazırlık yapmış ve kalkışma başlar başlamaz bu stratejik oyunu kazandıracak öldürücü hamleleri oynamış; the cemaati mat etmiştir.

Bu iki ihtimalde sabit olan the cemaatin bir kısmının darbe planlarını ya kendi başlarına, ya da başka gruplarla beraber yapmış ve uygulamaya geçirmiş olmalarıdır. Dolayısıyla 15 Temmuz’un ortasında onlar vardır. 250 kişinin ölümünde, 2000’den fazla kişinin yaralanmalarında sorumlulukları vardır. Eğer kontrollü darbe doğru değilse, yani iktidar darbeden haber almadıysa veya haber aldıkları zaman başlamadan bitirebilmeleri için çok geç olduysa (bu iktidarın bizim inanmamızı istediği ihtimal,) 15 Temmuz Gülen-Erdoğan satranç oyunun Erdoğan’ın Gülen’i mat ettiği son hamlesidir. Ama eğer kontrollü darbe doğruysa, yani iktidar darbenin gelmekte olduğunu gördüğü ve buna başlamadan engel olabileceği halde sırf Gülen grubunu tuzağa çekebilmek için göz yumduysa o zaman bu satranç oyununda muktedirler hile yapmışlardır; ölüm ve yaralanmalarda onların da payı vardır. Ben bu iki ihtimalden hangisi oldu tam olarak bilemiyorum. Burada bırakıyorum.

Buraya kadar anlattıklarım benim genel verilerden yola çıkarak ortaya koyabildiğim en muhtemel açıklama. Gelelim bana özel gelen bilgilere. Öncelikle bu bilgiler nereden geliyor? Twitter’da bana dm’den ulaşanlardan geliyor (bir kısmıyla whatsapp üzerinden yazışma-konuşmalarımız da oldu). Bunların arasında bir kısmı itirafçı olmuş, bir kısmı the cemaatle alakasını belli bir süre önce kesmiş, bir kısmı yurt dışına kaçabilmiş asker ve emniyet mensupları var. Bu kişiler elbette ki bana gerçek isimlerini söylemiyorlar (ve bu kişilerin gerçekten söyledikleri insanlar olduklarına ve söylediklerinin doğru olduğuna kesin olarak emin olamam; yine de elimden geldiğince ölçüp tartıyorum) ve bu söylediklerini bir yazıya da dökmek istemiyorlar ama bana anlattıkları şeyler hep yukarıda bahsettiğim teorileri doğruluyor. Mesela bir komiser onlara abilerden veya diğer cemaat mensubu amirlerden darbeye direnmemelerine dair mesaj geldiğini söylüyor. Mesela cemaatten daha önce ayrılmış,15 Temmuz’a iştirak etmemiş, Ankara dışındaki bir pilot subay, darbeci pilotların cemaatten olduğunu bildiğini söylüyor. Cemaatin hava kuvvetlerinde, özellikle pilotlar arasında çok güçlü olduğunu, bazı devrelerin (mobbing ile cemaatçi olmayanları atıp yerlerine cemaatçilerin gelmesiyle) neredeyse silme cemaatçi olduğunu söylüyor. 

Mesela 15 Temmuz’a iştirak edip yurt dışında bulunduğunu söyleyen bir subay Ankara dışındakilerin darbeden 3-4 gün önce haberdar olduğunu, ancak mahiyet ve ayrıntılı plana vakıf olunmadığını söylüyor. Şöyle devam ediyor: “Akar başında olacak dendi, darbe fikrine karşı olduğumuzu ifade etsek de talimatın büyük yerden geldiği ve cemaat için köprüden önceki son çıkış olduğu söylendi. Deşifre olmaması için son ana kadar bir terör saldırısına hazırlık olarak planlandı, çok güvenilen kritik personel haricinde ayrıntı kimseye verilmedi. Fakat ilk etapta kışlalarda kalarak faaliyete iştirak edecek olan personelin büyük kısmı cemaatten seçildi. Ancak bunlar darbeden son anda haberdar oldu. Faaliyet Erdoğan’ın tutuklanması ve televizyon ile cep telefonlarının susturulması ile gece 3’te başlayacaktı. Deşifre olunca erkene alındı. İlerleyen saatlerde televizyonlar susmayınca cemaatin intihar ettiğini anladım.” Aynı subaya cemaat 15 Temmuz’da neden tüm askerlerini birden kullanmadı diye sorduğumda aldığım cevap şu oldu: “Temel neden hazırlık süresi azdı, deşifre olmasın diye Ankara dışındakilere son ana kadar haber verilmedi, kritik personel haricindekiler izinden geri çağrılmadı. Tarih 22 Temmuz olacaktı, Erdoğan tasfiye konusunda hızlı hareket edince erkene alındı, tam planlama yapılamadı.”

Faaliyette Ankara'da olan bir askerin anlattıkları ise özetle şöyle; “Faaliyet deşifre olunca Akıncı üssünde üst rütbeliler aralarında tartışıyorlar, faaliyeti iptal edelim diye, ancak havacılar yapalım diye ısrar ediyorlar, neticede ABD ile telefonla görüşülüyor, Gülen’e durum anlatılıyor (o anda cuma namazı kılıyor, namazı bozdurun çok önemli filan gibi basına yansıyan şeyler doğru). Gülen faaliyetin yapılması talimatını veriyor. Faaliyetin sonlandırılmasına ve askerlerin teslim olması veya kaçmasına kim karar verdi onu bilmiyorum. Orası net değil, ancak ertesi gün saat 9-10 civarında Kemal Batmaz ve Hakan Evrim’in ‘tüm uçaklar havada kalmaya devam edecek, faaliyet devam ediyor’ tarzında emirleri oluyor, burada da Gülen’den talimat aldıklarını düşünüyorum. Gerisi malum biliyorsunuz.” 

Tabii ki bu en son bahsettiklerim doğruluklarına tam olarak emin olamayacağım bilgiler. Dolayısıyla bunları bir delil olarak değil; bir yan bilgi, belki şüphe ile yaklaşılması gereken bilgi olarak ekliyorum.

Uzun bir yazı oldu. Bitireyim. Yani kısacası sevgili the cemaat mensupları, hocanız ve abileriniz 15 Temmuz’un tam ortasında görünüyor. En azından ben bulunduğum yerden öyle görüyorum. Umarım siz de bir gün anlarsınız bunu.

Selamlar,

İsa Hafalır
Twitter: @isaemin 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski