Ben Kimim?

Sanki başkasının hayatını yaşıyorum. İnsanlık tarihi ibretli ve ilginç hikâyelerle dolu. Bunlardan birisinin de, benim (bizim) hikâyemiz olacağını hiç tahmin etmezdim. Böyle bir savrulma, mağduriyetler, aldanmışlıklar, kullanılmışlıklar yaşanmış mıdır? Adına “süreç” denilen o lanet zaman dilimlerinin finali; “hain darbe girişimi 15 Temmuz 2016 gecesi” adaletsizliklerin, ölümlerin, zulümlerin kapısını açtı ve yapılanları toplum vicdanında meşrulaştırdı(!). Zihnim “ben kimim?” sorusunu yıllar sonra tekrar kendi kendine sordu ve cevap verdi: “Sen …………………………..” 

Sıcak yaz günü adıma gelen posta beni heyecanlandırmıştı. 14 yaşındaki bir çocuğa ne postası gelirdi ki? Heyecanla kutudan alıp açtım. Devlet göndermişti. “Kazandınız” yazıyordu. Sevinç ile annemle paylaştım. “Anne kazanmışım!”. Annemde heyecanlandı ve aldı okudu. “Oğlum bu sevinç duyulacak bir kazanım değil, meslek lisesi metal işleri bölümüne yerleşmişsin. Bu iyi bir okul değil ki seviniyorsun!”. Ben sadece “kazandınız” kısmına odaklandığımdan geri kalan detaylara bakmamıştım bile, bu kadar ilgiliydim işte eğitim hayatımla… 

Okulun ilk günü annemin ne kadar haklı olduğunu anladım. Böyle ahlaksız bir öğrenci grubu, sene sonuna kadar hala tanıyamadığım sınıf arkadaşlarımın olduğu kalabalık bir sınıf, üst araması ile okulun içine alınma görülmüş şey değildir? İçime kapandım. Zaten taşınmıştık da. Varoş denilebilecek bir bölgeden ilçe merkezine gelmiştik. Tüm sosyal çevrem, arkadaş grubum bir anda değişmişti. Artık atari salonuna gideceğim dostlarım, mahallede akşama kadar top peşinde koşacağım bir arkadaşlarım yoktu. Yapacak bir şey bulamıyordum, ki evdeki kitaplar dikkatimi çekmeye başladı! Devlet memuru olan babam okumayı çok seven, liseyi açıktan, üniversiteyi de benimle birlikte 45 yaşında bitiren bir insan. Kütüphanemizde her telden kitap vardı. Nihal Atsız’ın “Bozkurtlar” serisi de var Maksim Gorki’nin “Ana” romanı da. Başladım okumaya. Jules Verne’nin hikayeleri, Ömer Seyfettin vs. okudukça sevdim, sevdikçe okudum kitapları... Derste çalışmaya başladım. Az bir çalışma zaten sınıf içinde öğretmenlerimin dikkatini çekmeye yetti. Daha çok çalış “Teknik Lise” ye geç dediler. Demek bu sınıftan kurtulmanın bir yolu vardı. Çok çalıştım ve iyi bir ortalama ile Teknik Lise öğrencisi oldum. Öğretmenlik hayatımda başarısız öğrencilere anlatacağım çok anım oldu. 

Meslek lisesi ortamı ne kadar kötü ise Teknik lise ortamı o kadar iyiydi. Sınıf mevcudu 23, öğrenciler çalışkan, öğretmenler ilgili. Okumalarım devam ediyordu. Artık hikâyeler yerine gerçeklerle ilgiliydim. Hasan Hüseyin Ceylan’ın “Din ve Devlet İlişkileri” diye bir kitabını gördüm kitaplıkta. İki ya da üç ciltti ama ben parça parça bazı dikkatimi çeken başlıklar seçtim ve o bölümleri okudum. Hiç hayatımda olmayan “din” kavramı her ergen gibi benimde hayatıma girdi ve sorgulamalarım başladı: “Ben kimim?”. Bu hayat koşturmacasının bir gayesi olmalıydı? Nereden geldik ve nereye gidiyorduk? İnançlıydım ama cevabı basit olan bu sorular beni meşgul ediyordu. Öyle ki, bir gün annemim “Oğlum yoksa sen inançsız mısın?” dediğini hatırlıyorum. Ailem sağ görüşlüydü ama o kadar işte. Ailemden olumlu ya da olumsuz hiçbir dini telkin almadım. Okulda ki bazı arkadaşlarım çok düzgün çocuklardı. Öğlen aralarında yanında getirdikleri yemekleri yerken hoş sohbet ederdik sonra onlar yakındaki camiye öğlen namazı kılmaya gider bende okul bahçesinde top oynayanları izlerdim. Zamanla onlarla takıldığım zaman dilimleri arttı. Benim sorularım ve hayata bakışımda kendince boşluklar olduğunu düşünen bir arkadaşım bana bir vaaz kaseti verdi. Al dinle beğeneceksin dedi. Sevdiğim ve hala görüştüğüm bir arkadaşımdır. Dinledim ve inanılmaz etkilendim. Hocaefendi ile tanışmam bu şekilde oldu. Artık cumaları kaçırmıyordum ama Cuma namazında hutbe veren imam ile kasette dinlediğim imam arasında çok fark vardı. Yaklaşık doksan dakikalık vaaz boyunca, bir konu detaylarıyla ve coşkunlukla anlatılıyor, günümüz ile ilişkilendiriliyordu. Aradığımı bulmuştum. Çok kaset dinledim, namaza başladım. Sınıf arkadaşlarımın gittikleri üniversite öğrencilerinin kaldığı eve gittim. O zaman sadece abiler olarak bilinen, toplum tarafından çokta tanınmayan bir yapının içine kendi iradem ile yöneldim. Ailem; okul başarım ve ahlaki değişimim konusunda memnundular ama kendimi fazlaca kaptırmamam gerektiğini söylerlerdi. Abilere gitmemi kesinlikle onaylamayacakları için onlardan habersiz birkaç sefer gittim, başkada gitmedim. Namazları evde gizlice kılardım, ters bir tepki verirler de aramız açılır diye endişe ederdim. Teknik lise dört yıllık bir okul ve ben üçüncü sınıfın sonundayım. Sınıf arkadaşlarım üniversiteye hazırlık için dershaneye gitmeyi planlıyorlardı. Bende babama bu konuyu açtım. “Tabii ki gönderirim. Sen yeter ki oku” dedi. Ailemizde üniversite okuyan kimse yoktu. Bu durum onları ve beni heyecanlandırdı. Lise üçüncü sınıfı bitirdiğimin yazında babama gitmek istediğim malum dershaneyi söyledim. “Evimize uzak ama sen bilirsin” dedi. Kayıt bürosuna oturduk. Kayıt elemanı notlarıma baktı, deneme sonuçlarımı inceledi ve hayatımı değiştirecek bir teklif de bulundu. “Sen rahat üniversiteyi kazanırsın, teknik liseyi bitirmene gerek yok, okuluna dilekçe ver mezun ol, hafta içi grubumuza gel ve sınava hazırlan bu şekilde okul-dershane arasında kalmazsın daha iyi hazırlanırsın” dedi. Bir kayıt personeli insanın hayatına bu kadar dokunabilir. Tanımak için heyecan duyduğum yapının, sadece gelen kişinin kaydını yapmaktan sorumlu olan memuru bile böyle büyüdü gözümde… Ne öğretmenlerim ne de ailem böyle bir alternatiften haberdar değildi ya da bana söylemedi. Kabul ettik ve tasdiknamemi alarak dershaneye yazıldım. Peşimden başka arkadaşlarımda geldi. Ama çoğu arkadaşım teknik lise mezunu olmanın ayrıcalıklı olacağını düşünerek devam etti. Okulu bırakarak sadece sınava hazırlanan bizler tabii ki çok daha başarılı olduk. Ben ülkenin en iyi üniversitelerinden birini iyi bir puanla kazandım. Babam mühendis olmamı istemişti ama ben etkisi altında kaldığım cemaatin yönlendirmesine gerek kalmadan öğretmen oldum. Bu şekilde hizmet hayatıma dershane yıllarıyla başlamış oldum. 

Kayın pederim haber kanalının sesini biraz daha yükseltmemi istedi. Sesi açtım ama her zaman ne söyleyeceğini “son dakika haberi dahi olsa” büyük bir özgüvenle sunan spiker titrek sesi ve boncuk boncuk terlemiş alnı ile darbe bildirisi okuyordu. Çok sinirlendim ve korktum. “Olamaz!” dedim. Kayınpeder “oldu işte darbe bildirisi okunuyor” dedi. Aslında “olamaz” deme sebebim darbenin gerçekleşemeyeceği, sadece bir girişim olarak son bulacağı değildi. Yıllarca insanlara faydalı olmak maksadıyla bin bir emek döken bir cemaat TSK içindeki yasa dışı örgütlenmesiyle darbe yapmaya teşebbüs edecek kadar küstahlaşamazdı. İsyanım bunaydı. İstedikleri kadar inkâr etsinler bu hain darbe girişimini cemaatin TSK içinde yasadışı örgütlenen mensuplarının bir kısmı ve onları yönlendiren mahrem imamları planladı. Bildirinin okunduğu an cemaatin yapısını bilen bir insan olarak bunu anladım tüm gönül bağım o an koptu. Yıkıldım, aslında o ihanet sadece devlete karşı yapılmamıştı. Bu davaya gönül veren, inanan, ömrünü-malını-gençliğini adayan; devlet içerisindeki yasa dışı örgütlenmelerden habersiz binlerce masum esnafa, öğretmene, öğrenciye, memura yapılmıştı. Evet, “cemaatin içinde olup da bu gizli yapılanmadan habersiz olmak mümkün mü?” şeklinde sorular akla gelecektir. Şimdilik kısa cevabım; “zor ama bunu mümkün kılan değişik bir yapı kurmuşlardı”. 

Bir o tarafa bir bu tarafa dönüyor ve ne diyeceğim? Ne anlatacağım diye düşünüyorum. Saatlerce… Aslında bunun provasını günlerce yapmıştım. Ama bir türlü gelmedikleri için artık gelmezler amaçları; “gizli haberleşme programı bylock kullanan, mahrem imamlık yapan, yasa dışı işlere bulaşanları ortaya çıkarıp cezalandırmak” diye düşünmüştüm… 

Devlet yıllar sonra adıma bir kâğıt daha gönderdi. İşyerinde olduğumdan beni bulamadılar, kâğıt bırakıp gitmişlerdi. “Gelsin!” demişlerdi polisler. Kâğıtta “şüpheli” yazıyordu “terör şüphelisi”. Soğukkanlılıkla birlikte büyük bir endişe duydum, ailemi düşündüm. Eşim, çocuklarım ne yaparlardı? En başa döndüm, kendimi sorguladım. İnancımı, niyetimi, yaptıklarımı, yapamadıklarımı düşündüm. 17/25 Aralıktan önce cemaatin dershaneler üzerinden hükümetle/devletle olan açık savaşı ve güven duyduğum abilerin ve hocaefendinin açıklamalarını kendimce analiz ettim. Kendime sorular sordum çünkü bunları cevaplarsam polisin/savcının sorularına cevap verebilirdim. Zihnim “ben kimim?” sorusunu yıllar sonra tekrar kendi kendine sordu ve cevap verdi: “Sen terörist değilsin!” 

Selim Öğretmen 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski