Gülen cemaati “FETÖ” diye adlandırılmadan önce “hizmet”ti, sonra büyüdü “hizmet hareketi” oldu. Sonra daha da büyüdü-güçlendi ve bu cemaatin (tepesi ve ortasından) bir kısmı siyasi bir oluşum olmadığı halde siyasetin merkezinde olmaya başladı. Sonra çok güçlü olduğunu hissetmeye başlamış olacak ki iktidar ile aralarında kavga başladı. Sonra olanlar malumumuz. Gülen cemaati kadrolarına ellerinde yetişmiş kadro olmadığı için ihtiyaç duyan ve benzer dünya görüşüne sahip olduklarını düşünen AKP, 2000’li yılların ortalarına kadar Gülen cemaatiyle kardeşti. Çok mutluydular beraber. Muhafazakarlar bir rüyada yaşıyorlardı sanki. Hatta utanarak söylüyorum o zamanlar (saf ve salak bir şekilde) Gülen ve Erdoğan’ın Türkiye tarihine isimlerini altın harflerle yazdıracaklarını düşünüyordum. Gülenist grup ve AKP beraber bir şekilde 2000’li yılların sonlarında Balyoz ve Ergenekon davalarıyla beraberce Kemalist-Ulusalcı güçlere (hukuksuzca) büyük bir darbe vurdular. Ama ne olduysa o sıralarda oldu (aslında alttan çekişmenin daha öncelerde de olduğunu Kemalettin Özdemir olayı gibi vakalardan dolayı söyleyebiliriz.) AKP Gülenist grubun çok güçlendiğini farketmiş olmalı ki, onların daha güçlenmemeleri için kamuoyuna açıkça belli etmeden onların önlerini kesmeye başladı. Sonrasında buna cevap olarak 2012’deki MİT krizi ve 2013’teki Dershane krizi ve hemen arkasından gelen 17-25 Aralık operasyonları oldu (sonrası bu yazının konusu değil.)
Hatırladığım kadarıyla “paralel yapı” ifadesini Erdoğan ilk defa 2013 yılında, Dershane krizi ve 17-25 Aralık civarında kullandı (bu tabirin ilk defa aslında Abdullah Öcalan tarafından kullanıldığını iddia eden Ekşi Sözlük entry’leri var.) Aslında bu ifadeyi ilk kullandığı zaman herkes Erdoğan’a direk katılmamıştı. Önce 17-25’in tozunun bir kalkmasını beklediler. Sonra paralel yapı, “Paralel Devlet Yapılanması (PDY)” şeklinde bir terim olarak dilimize girdi. Bugün yüzbinlerce insan “FETÖ/PDY” davalarının mağduru.
Peki tam olarak nedir PDY? Öncelikle ne olmadığını yazayım. Bu konuda iki tane uç tanımlama var. Bence ikisi de yanlış. İlk tanımlama şu: Devletin içinde farklı bir emir-komuta zinciri içinde ve gizli bir şekilde örgütlenmiş, tamamen “örgüt” menfaatleri için çalışan, dolayısıyla yaptıkları vatana ihanet olarak adlandırılabilecek insanlar. İkinci tanımlama şu: Bu isim “Fethullah Gülen’e sempati duyan, Gülen cemaati sohbetlerine-toplanmalarına (gizli veya açık şekilde) gidip gelen, ama bulundukları kurumlardaki işlerine dair gizli ajandaları hiç olmamış, sadece vatana-millete hizmet eden insanlar”a verilmiş yanlış bir isim, dolayısıyla öyle bir yapılanma yok (hem zaten, Gülen’in tabiriyle “Bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır girer oraya; mülkiyeye de girer, adliyeye de, istihbarata da girer, hariciyeye de”). Ama gerçek bu ikisinin ortasında bir yerde.
PDY Gülen cemaatinin devletteki kadrolaşmasına verilen bir isim. Bu yazının amacı PDY nedir konusundaki düşüncelerimi paylaşmak. Öncelikle, başka bir çok dini grubun, siyasi görüşün de devlette kadrolaşmaları Türkiye’de hep olmuştur, ve hala olmaktadır. Türkiye ne yazık ki böyle bir yer. Peki PDY’i diğer (ne yazık ki çok dert edinmediğimiz) kadrolaşmalardan ayıran özellik neydi? Çok daha güçlü, çok daha gizli, çok daha organize ve çok daha tehlikeli olmalarıydı. Mesela Menzil grubu sağlık bakanlığında çok güçlü diye biliniyor, ama diğer bakanlıkların çoğunda bir yapılanma veya güçlerinin olduğunu bilmiyoruz. Mesela Hariciye’deki diplomatların çoğu “beyaz Türk” diyebileceğimiz gruptu diye biliniyor. Yine aynı şekilde diğer dini cemaatlerin, ülkücülerin, bazı sol grupların vs birbirlerini kollayıp güçlü oldukları devlet kurumları vardı, ve hala var. Ama PDY’nin örgütlenmesi bu “standart kadrolaşma”larla karşılaştırılamayacak derecede her tarafı derince sarmış durumdaydı. Tabii ki en kritik ve ülke için tehlikeli örgütlenme istihbarat, askeriye, emniyet, adliye gibi yerlerdeydi. PDY devletin bütün kurumlarında abiler-imamlar gizli hiyerarşisi içinde en yukarıda tek yerde toplanıyordu, bizdeki popüler tabiriyle Pensilvanya’da. Aslında bu yapı içindeki insanların çok ama çok büyük bir kısmı görevlerini kötüye kullanma olarak adlandırılabilecek şeyleri yapmadılar. Ama bunun böyle olması böyle güçlü bir örgütlenmeyi masum yapmaz, en azından çok tehlikeli yapar. Bu yapının %99’u melek olsa ve sadece %1’i kötü niyetli insanlar bile olsa bu yapı çok tehlikelidir. Sadece Türkiye değil, dünyanın hiçbir ülkesi böyle gizli, yaygın, etkin ve güçlü bir örgütlenmeye izin vermez, çünkü kendisine karşı bir tehlike görür.
Tabii bu yapı sadece tehlikesi ile kalmadı, aynı zamanda büyük kanunsuzlukları oldu. Mesela askeriyedeki örgütlenmelerini ele alalım. Askeriye’ye Gülen cemaati tarafından özel ve gizli olarak hazırlanmış ve yerleştirilmiş, kaba tabirle “kripto” askerler üzerinden düşünelim. Görünen o ki bu askerlerin aslında çoğu gizli cemaat buluşmalarında “dini” aktivitelerde bulunuyorlardı. Ama zaman zaman, Emir Yıldız’ın iki MFP söyleşinde açıkladığı gibi, bir kısım askerler ve bunların sivil imamları kendi gruplarını güçlendirip başkalarının ayağını kaydırmak için planlar yapıp uygulamaya geçiriyorlardı. Bunun benzerlerinin diğer kurumlarda yapıldığını MFP’ye çıkıp direk anlatan olmadı, ama artık Gülenistler haricinde herkesin kabul ettiği bir gerçek var, o da şu ki güç ve hırs sarhoşluğu içinde PDY kendi elemanlarını kayırma ve başkalarının ayağını kaydırma uygulamarında bulundu. O zaman bir şekilde ülkenin PDY ile başa çıkması gerekiyordu. Ama 15 Temmuz sonrasında bu yanlış şekilde yapıldı: herkesi PDY diye bir torbanın içine atıp herkesi aynı şekilde değerlendirerek. Olan şuydu: bu yapının mensupları kendi lokal yaptıklarından değil, bulundukları yapının global yaptıklarından ve sonra yapabilecekleri tehlikeli durumlardan sorumlu tutuldular ve hepsine karşı bir “çarşaf” uygulamaya gidildi.
Bakın burası çok önemli. PDY mensubu diye hepsini bir torbaya attığımız insanların aslında birbirlerinden çok ama çok değişik durumları var. Bazıları istihbarat, askeriye, emniyet, adliyeye dair yapılar, hariciye gibi çok kritik kurumlarda çalışıyorlardı; bazıları öğretmendi, doktordu, öğretim görevlisiydi, sıradan bir bakanlığın sıradan bir memuruydu. Bazıları bulundukları kurumlarda önemli kademelerde amirdi, insan kaynaklarında işe almaktan sorumluydu; bazıları en alt tabakada sadece basit işleri yapıyorlardı. Bazıları Gülen cemaati hiyerarşisinde üst seviyedelerdi, alttakilere “abilik-ablalık” yapıyor, üstten gelen gündemlerle ilgileniyorlardı; bazıları sadece sohbete-toplantılara gidip geliyorlardı, belki artık sohbete bile gitmeyi bırakmışlardı ama bir cemaat geçmişleri vardı. Ve belki de en önemlisi: PDY mensuplarının Gülen cemaatiyle organik-inorganik-gönül bağları çok değişik seviyelerdeydi; bazıları için Gülen ve cemaati dünyadaki her şeyden önemliydi, Gülen cemaatinin menfaatlerini devlete olan sorumluluklarına nazaran önceliyorlardı ve dolayısıyla usulsüzlük-kanunsuzluğa bulaşıyorlardı; bazıları için Gülen cemaati sadece hoş bir dini cemaatti, devlete olan sorumlulukları konusunda hiçbir zaafta-hatada bulunmamışlardı.
Kişiden kişiye bu kadar değişiklik arz eden bir sosyal grubun bütün fertlerinin hepsine birden aynı muameleye tabi tutmak çok büyük bir hata idi. Yapılması gereken ince eleyip sık dokumak, bu insanları bulundukları konuma ve yaptıkları işlere göre ayırmak ve değişik muamelelerde bulunmaktı. Tabii burada Gülen cemaatinin kendi ayağına sıktığı bir nokta çok önemli. Cemaate ve yapılanmasına yönelik, mensupları “tedbir” ismi altında her şeyi gizli yaptığı, tevil ettiği, beyaz-siyah yalanlar söylemekten kaçınmadığı için kamuoyu ve devlet nezdinde “onların sözlerine güvenilmez” diye (bence doğru) bir algı vardı. Dolayısıyla değişik muamelelerde bulunmak işini yapmak hiç de kolay değildi. Bence yine de mümkün olduğunca yapmak gerekiyordu.
Olan oldu. Geçmişi değiştiremeyiz. Bundan sonra ne yapılmalı derseniz bence yapılması gereken bundan önceki zalim uygulamaları bir an önce bırakmak; adil ve insaflı işleyen komisyonların kurulması, eğer kritik görevlerde değillerse (bu kritik görevlerin tanımlarını devlet bir şekilde yapabilir) ve kişisel olarak bir suç işlememişlerse insanların görevlerine geri dönmelerine imkan sağlamak. %1’in suçunu %99’a çektirmek insaflı ve doğru değil. Bence sertleştikçe değil, yumuşak davrandıkça anlayacaklar insanlar olan bitenin aslını, büyük resmi görebilecekler. Çok yaralar açıldı, hala kanayan yaralar var. Bundan sonra yapılması gereken yaraları iyileştirmeye çalışmak.
Selamlar,
İsa Hafalır
Twitter: @isaemin
