The Economist dergisinde geçen hafta “Fethullah Gulen shares blame for Turkey’s plight” (Gülen Türkiye’nin acı halinin sorumlularından birisi) başlığıyla (matbu halindeki başlığı “The Other Villan” yani “Diğer Kötü Adam” şeklindeymiş) çok güzel bir yazı yayınlandı (link). Bu yazı gayet dengeli ve doğru bir şekilde yakın geçmişi Gülen-Cemaat-Erdoğan-AKP üzerinden kısaca değerlendiren bir yazıydı.
Birkaç gün önce Cevheri Güven Tr724’te bu yazıya karşılık “The Economist’in makalesi ışığında Türkiye ve Gülen Hareketi hakkında ezberler” başlığıyla bir yazı kaleme aldı (link). Öncelikle Cevheri Güven'e böyle bir yazı kaleme aldığı için teşekkür ederim. Yazısının çoğu yerine katılmayacağım ama fikirlerin saygılı şekilde her taraftan ifade edilmesinde yarar var. Ben de bu iki yazıyı değerlendiren ve bu yazıların değindikleri konularda kendi görüşlerimi ele alan bir yazı yazmak istedim.
The Economist yazısı Erdoğan hakkında da çok sert. Hatta kendilerinin de temsil ettiği batı bakışını şu şekilde özetleyerek bitiyor yazı: “Dünyadaki çok insan Türkiye’nin otokrasiye yuvarlanışında tek bir kötü adamın olduğunu düşünüyor [yani Erdoğan]. Ama Türkler size birden fazla kötü adamın olduğunu söyleyecektir.” Mesela yazı devletin resmi 15 Temmuz anlatımını (darbe teşebbüsü uykudaki Gülenist hücreler tarafından planlandı ve gerçekleştirildi) ancak “bir çay poşeti kadar su geçirmez” olarak nitelendiriyor (ama araştırmacıların darbe teşebbüsünde bulundukları kesin olan Gülenist unsurların Gülen’den habersiz bu işe girişmelerinin imkansız olduğu fikrinde olduklarını da ekliyor).
The Economist yazısı Gülen hareketini “AKP’ye destek verdikleri için” eleştirmiyor. Ama Cevheri Güven yazısının büyük kısmını oluşturan hemen başında nedense “AKP’yi iyi olduğu zamanlarda desteklemek problem değildi, zaten herkes yaptı” gibi argümanlarda bulunmaya gerek görüyor. The Economist yazısı Gülen hareketinin “Erdoğan’ın da teşviğiyle devlet kurumlarını tümüyle ele geçirmesini” eleştiriyor. Güven buna dair bir başlık atmış “Tüm devlet kadroları Gülen Grubunun kontrolündeydi ezberi.” Aslında bu konu ile alakalı bir ayrı yazım var, o yüzden çok uzun yazmak istemiyorum buraya (link). Güven yazısının bu kısmında şunu iddia etmeye çalışıyor: Gülen hareketinin devletten daha fazla miktarda sivil alanda faliyet gösteriyordu (buna katılırım) ve Gülen hareketinin devletteki gücü abartıldığı gibi değildi, çok üniversite mezunu olduğu için kamuda görünür bir varlığının olması doğaldı (buna kesinlikle katılmıyorum). Biraz açacak olursam, Gülenist grubun devletteki yapılanması belki sayı olarak değil, ama güç olarak ülkenin varlığına tehlike oluşturacak duruma ulaşmıştı. Hatta burada The Economist’in Gökhan Bacık’tan aktardığı cümleye katıldığımı da ifade edeyim: “Gülenistlerin Türkiye’yi neredeyse tamamen yönettiği bir devir oldu.” Zaten bir bakıma bu yüzden (diğer tarafı korku ve toplum baskısı) Türkiye toplumu 15 Temmuz öncesi ve sonrasında Gülenist unsurların acımasızca temizlenmesine ses çıkarmadı. Gülen cemaatinin öncelikle bunu anlaması ve kabul etmesi lazım.
The Economist yazısında parantez içinde yazılan bir ifade var: “Bir tahmine göre, Gülenistler Adliyedeki tepe kadroların %30’unu, Polisteki tepe kadroların %50’sini ellerinde tutuyorlardı.” İsmail Sezgin’vari bir yaklaşım ile Güven buraya yükleniyor. Diyor ki atılan polisler %10 civarındaydı. Bunun üzerinden bir bakıma makalenin tüm dedikleri yanlış demeye getirmiş oluyor. Halbuki öncelikle bu argüman bir dipnot gibi, ve “bir tahmine göre” diye özellikle belirtilip direk ön değeri ile değerlendirilmemesi salık verilmiş. İkinci olarak, burada “tepe kadrolar”dan bahsediliyor, tüm kadrolardan değil. Dolayısıyla bu ifade hala doğru olabilir.
The Economist yazısında şu yazıyor: “Erdoğan’ın onayı ile Gülenist güçler binlerce Kürt aktivist’in, subayların, sekülerlerin, gazetecilerin tutuklanmasını planlayıp gerçekleştirdiler ve Gareth Jenkins’e göre Gülenistler Erdoğan’ın tüm gücü üzerinde toplamasında belirleyici rol oynadılar.” Ne kadar güzel bir özet. Halbuki Güven’in buna cevabı Gülenistlerin yargıda etkili olduğu yıllarda sadece iki gazeteci (Nedim Şener ve Ahmet Şık) tutukladıkları. Üzerine yorum yapmak yerine, iyisi mi Gülenist polis ve savcıların neler yaptığını bir de Ahmet Şık’ın kendisine soralım :)
Son olarak, The Economist yazısında şu yazıyor: “Bugün the cemaat bitmiş bir güç. Türkiye’nin içinde nefes alacak yeri yok. Neredeyse Türk toplumundaki her grubu yabancılaştırdıkları için, kendilerini savunacak—birkaç insan hakları aktivisti dışında—kimse kalmamış durumda.” Bu da gayet güzel bir değerlendirme. Güven bu konuda “Herkes Gülenistlerden nefret ediyor ezberi” başlığıyla aslında the cemaat içinde bulunan bir ezberi tekrarlıyor: Gülen hareketi şeytanlaştırılmıştır, halk korkudan bir şey dememektedir. Bence Gülenist’lerin yaşadıkları paralel evrenden bu tarafa gelmeleri, halkın “zamanında (özellikle devlet yapılanması ve diğer sivil güçlerle) ulaştıkları yerden dolayı; onlar da başa gelse AKP’den farklı olmazlardı düşüncesinden dolayı” Gülenistlere sempatisinin kalmadığını anlamaları gerekiyor. Türkiye toplumu ile barışabilmek için Gülen cemaatinin öncelikle dürüst ve mertliğe gelmeleri gerekiyor. Bu konuda ufak adımlar var, ama hala yetersiz. Bakalım o günleri görebilecek miyiz?
İsa Hafalır
