Geçen sene yazdığım bir yazıda (Link) İslam’daki kölelik kurumunu incelemiş ve şöyle demiştim: ‘Kur’an kölelerle ilgili bir hukuk oluşturarak onların varlığını ve bu varlığı mümkün kılan kölelik kurumunu meşrulaştırmış, bu kuruma ahlaki bir otorite vermiştir’. Bu yazıda ise İslam’da kölelik kurumu olduğu argümanına karşı geliştirilen İslamcı argümanları 4 kategoride inceleyeceğim. Bu kategoriler spesifik kişilerin argümanlarından çok İngilizce ve Türkçe apolojetik literatürde geçen argümanların genel temalarıdır.
1. İslam köleliği getirmemiş, köle düzeni olan bir toplumda ortaya çıkmıştır.Apolojetik argümanların her biri bu besmele ile başlamaktadır. Garip olan şu ki, köleliği İslam’ın icat ettiğini zaten kimse söylememektedir. Bu argüman bir straw man’dir. Kölelik insanlık tarihinin en eski kurumlarından biridir. 11,000 yıl önce Tarım Devrimi ile birlikte kitlesel hal almıştır. İslam dahil tüm din, inanış, ahlak kodu ve yasalarda var olagelmiştir. İslam toplumları dahil dünyanın her yerinde ortadan kaldırılması, Aydınlanma ve sonrasında Batı'da ortaya çıkan özgürlükçü hareketler sayesinde son 200 yılda gerçekleşmiştir. İslam’ın sorunu, kölelik kurumuna ahlaki statü vermesi, onu meşrulaştırması ve İslam toplumlarında bugüne kadar gelen pratiğini perçinlemesidir. Nitekim bu ve aşağıdaki tüm apolojetik argümanlar, Aydınlanma değerlerinin dominant olduğu modern çağda geçmişe yönelik üretilmişlerdir. Bu apolojetik argümanları üretmek modern çağa kadar nedense hiçbir İslam aliminin aklına gelmemiştir. Tam tersine bu alimler, Batılı devletler İslam devletlerine köleliği kaldırmaları için baskı yaptıklarında, bunu “küfür” olarak niteleyip karşı çıkmışlardır.
2.İslam”daki kölelik, bildiğimiz kölelikten farklı, çok daha insani idi.
Apolojetiklerin en yaygın argümanlarından birisi budur. Tabi ki, eğer Müslüman toplumların pratiklerine bakarsak, bu argüman incelenmeye bile gerek kalmayacak şekilde yanlıştır. İslam imparatorlukları, dönemlerinin en acımasız köle pratiklerini geliştirmiş ve uygulamışlardır. Arap köle ticareti Atlantik ticaretinden daha fazla Afrikalıyı köleleştirmiştir (12-14 milyon). Bu konuyu yazmaya gerek duymuyorum.
İslam toplumlarının bu konuda sabıkası kabarık olduğundan, apolojetikler bu argümanı savunmak için Muhammed’in kölelerle ilgili oluşturduğu hukuktan hareket etmektedir. İlk yazımda da belirttiğim gibi, Kur’an’da kölelere iyilik edilmesi ve azat edilmeleri tavsiye edilmektedir. Bunlar kısmen iyileştirici adımlardır. Ama 2 önemli sorun vardır.
Birincisi, İslam’ın kölelik düzenlemeleri, ilk-orta çağdaki birçok diğer kültürel düzenlemeyle ya benzerdir ya da bazı alanlarda daha geridedir. İslam, diğer toplumlardaki gibi savaş sonrası, doğuştan veya yağmalama sonucu köleleştirilmesini meşru görmüştür. Burada, birçok İslamcı, İslam’ın savaş harici diğer yollarla insanların köleleştirilmesini yasakladığını iddia etmektedir. Böyle bir şey yoktur. Kur’an veya Hadis’te bunu emreden hiçbir söz yoktur. Burada “yasaklandığı” düşünülen 3 diğer türden bahsedilmektedir: Doğuştan kölelik, Borçtan kaynaklı kölelik ve Yağmacılık. Doğuştan köleliğin meşru olduğunu bizzat Muhammed’in kendisi belirtmiştir (Ebu Davud 11:2126). Doğuştan kölelik zaten Muhammed’in döneminde yaygın bir şekilde pratik edilmiştir. Günümüzde bu konu pek konuşulmadığından birçok Müslüman olmadığını düşünmektedir. Borç kaynaklı köleliğin yasaklandığına veya “kötü bir şey” olduğunda dair kaynaklarda hiçbir ifade yoktur (Hep belirttiğim gibi, lütfen açıp Kur’an ve Hadisleri kendiniz okuyup bulmaya çalışınız).
Maalesef, yağmacılıkla köleleştirme de hiçbir kaynakta yasaklanmamıştır. İslam bu pratiği yasakladığı yanılsaması, İslam’a ve özellikle de Muhammed’in pratiklerine karşı Müslümanlar da olan pozitif-önyargıdan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, Muhammed askeri/siyasal kariyeri boyunca birçok yağma-talan gerçekleştirmiştir. Ama bunlar İslamcı perspektiften “savunma harpleri” olarak algılanmaktadır. Halbuki Bedir mesela, çok açık bir yağmadır. Muhammed, tüm İslam kaynaklarının da belirttiği gibi, kendisine hiçbir şekilde savaş girişiminde bulunmamakta olan bir ticaret kervanına saldırmış, mallarına el koymuş, kervandakileri köleleştirmiştir. Yine aynı şey Beni Kurayza katliamında gerçekleşmiştir. İslam kaynaklarının bile belirttiği üzere, Muhammed’le savaşma amacı olmayan, teslim olup aman dileyen bir Yahudi kabilesinin tüm erkekleri katledilmiş, tüm kadın ve çocukları köleleştirilmiştir. Aynı şeyi Muhammed’in birçok “savaş”ı için söyleyebiliriz. Göründüğü gibi, açıkça yağma ile köleleştirilme pratiği, sırf köleleştirilenler Müslüman olmadığı için meşru görülmüştür.
İslam’ın İlk-Orta Çağ’ın genelinden daha geriye götüren uygulaması ise Cariyelik kurumudur. Cariyelik (seks köleliği) İslam öncesi, özellikle Yahudi toplumunda var olmuş ama yönetici sınıfındaki belirli kişilerle sınırlı kalmıştır. Davut’un, mesela, birçok cariyesi olmuştur. Ama bu kavram ne o zamanki Yahudi kültüründe ne de sonraki Hristiyanlıkta İslam’daki gibi “kurumsallaşmıştır”. İslam’ın Kur’an ve Hadis literatüründeki Cariye hukuku sayesinde Orta Çağ’a geldiğimizde, Cariye-Harem kurumu-pratiği olan tüm toplumlar İslam toplumları olmuştur. Bununla ilintili olarak, başka bir yaygın İslamcı yanılgı ise, İlk-Orta Çağ’da İslam dışında hiçbir toplumun kölelerle ilgili hukuk oluşturmamış olduğu fikridir. Tabi ki bu yanlıştır. Mesela Hristiyanlığın ta ilk döneminde John ve birçok başka lider Muhammed’e benzer şekilde kölelere iyi davranmayı öğütlemiştir. Orta Çağ’a geldiğimizde ise, Kilise seks köleliğini tamamen yasaklamıştır. Tabi ki, Hristiyanlık da köleliği meşru görmüştür ama bunda da İslam’dan farklı tarafı yoktur.
İkincisi, İslam’ın form/şekilde yaptığı ufak ilerlemeler kölelik kurumunun özünde bir değişikliğe yol açmamıştır. Bunun sebebi ise basittir. Çünkü İslam, kölelere, sahiplerine karşı hiçbir “hak” vermemiş, sadece onların sahiplerine onlara iyi davranmayı tavsiye etmiş, onları sahiplerinin keyfine bırakmıştır. Mesela, Muhammed hiçbir yerde, kölelerine kötü davranan kişilere yönelik bir yaptırım geliştirmemiş, bu kişilere cehennem vadetmemiş, onları hiçbir şekilde tehdit etmemiştir. Efendisinin kendisine kötü davrandığı köleye devlet yaptırım uygulayamaz, onu elinden alamaz. O kadar ki, Nur 33’te belirtildiği gibi kendi parasını verip özgürlüğünü satın almak isteyen kölelerin bile önce sahiplerinden izin almaları gerekir. Dolayısı ile, İslam’ın kölelik üzerine getirdiği hukuk, kölelere hiçbir anlamlı iyilik sunmamıştır. Köle azat etmek veya köleye iyi davranmak, bir Müslüman’ın yapabileceği binlerce tür ‘iyilik’ten sadece biridir.
3.Kölelik İslam'ın özünde yoktur, sadece bir sosyal uygulama olarak vardır.
Başka bir yaygın apolojetik argüman, köleliğin Kuran’da var olduğunu kabul eder, ama bunun İslam’ın ‘özü’yle ilgili değil de sosyal pratikleriyle ilgili olduğunu, dolayısıyla İslam’a eklemlenmemesi gerektiğini söyler. İslam’ın özünden kastedilen, genellikle, adalet, iyilik, eşitlik vs. gibi soyut kavramlardır. Öncelikle, İslam’ın ‘özü’ diye bir şey yoktur. İslam bir pastane veya otobüs firması değildir. İslam, Kuran ve Hadislerde ne yazıyorsa odur. Ve bu kaynakların hiçbir yerinde İslam’ın bu tür bir ‘özü’nden bahsedilmemektedir. Aynı şekilde, Muhammed veya Kur’an (aynı kişi oluyorlar) hiçbir yerde ahlaki değerler ve sosyal pratikler arasında bir ayrım yapmaz. Yani, sosyal pratikler nasıl emir-yasak-tavsiye vs. içeriyorsa, ahlaki/değerlerle ilgili emirler de aynı şekilde ele alınır. Burada maalesef Müslümanlar arasında şöyle bir yanılsama oluşmuştur: “İslam adaleti, iyiliği emrettiği için mutlak iyi olması gerekir. Bu adalet, iyilik nosyonlarının içinde kölelik var olamaz”. Bunun sebebi, insanların adalet, iyilik gibi kavramları bugünkü, Aydınlanma-sonrası değerleriyle anlamasıdır. Halbuki, Kur’an (Muhammed) köleliği adil gördüğünden, hem “adil olun” demiş, hem de köleliği meşru saymıştır. Çünkü kölelikte özsel olarak ‘kötü’ veya ‘adaletsiz’ bir durum görmemiştir. Bu garip bir durum değildir. Orta Çağ’da kölelik, sosyal düzenin doğal bir parçası olarak görülmekteydi ve adaletsizlik olarak düşünülmemekteydi. Ayrıca, adalet, iyilik gibi kavramlar ne İslam’a ne de dinlere özgüdür. İnsanlık tarihi boyunca, tüm hukuk ve inanç doktrinlerinde olagelmişlerdir.
4. İslam köleliğin tedricen (zamanla) kaldırılmasını istemiştir.
Bana göre en tutarsız, ama nasıl oluyorsa, son dönemde en çok tekrarlanan argüman budur. Herhalde diğer argümanların bariz şekilde tutmamasından dolayı, böyle bir söylem oluşturulmak zorunda kalınmıştır. Öncelikle, Kur’an veya Hadislerde “köleliği tedricen kaldırın” veya benzeri hiçbir söz geçmemektedir. İslam’ın köle-olmayan bir düzen öngördüğüne dair de hiçbir ayet veya hadis yoktur. Tam tersine, ilk yazımda da anlattığım gibi, köleler İslam kozmolojisinde sosyal düzenin temel taşlarından birisidir. Kölelik kurumunun yok olması hiçbir şekilde tavsiye edilmemiş, öngörülmemiştir. Adalet, eşitlik gibi değerlerle bir zıtlık teşkil ettiği de düşünülmemiştir. Apolojetikler argümana temel oluşturmak için, önce İslam’ın kölelerle ilgili bahsettiğim küçük iyileştirmelerine atıf yapılmakta, sonrasında da bunun İslam’ın köleliği kaldırmaya çalıştığına delil olduğu iddia edilmektedir. Halbuki, birinci argüman hiçbir şekilde ikinciyi destekleyemez. Tam tersine, birinci argüman köleliği meşrulaştırır. Okurlarımın kendilerine şunu sormalarını rica edeceğim: Tanrı (Allah) eğer köleliği kaldırmak istese, bunu neden “kaldırdım” deyip kaldırmaz? Neden hiç olmazsa “ilerde kaldırın” anlamında bir şey demez? Bu Tanrı, 90 milyar ışık yılı genişliğinde kainatı yaratmış, her şeye gücü yetiyor, ama birkaç bin Arap’tan mı çekinmiş? Hem kölelik gibi, insanlık tarihinin en gaddar, en acılı kurumu, bu kadar önemsiz mi ki, 600 küsur sayfalık kitapta, onlarca küçük konuya değinilmesine ve birçok başka şey yasaklanmasına rağmen, yasaklanmamış? Bir şarap kadar değeri yok mu? Hem Tanrı düşündüğü şeyi söylemekten aciz mi? Neden 21. yüzyıldaki birkaç apolojetiğe ihtiyacı var kendisini anlatması için?
Muhammed: İnsan ve Arap
Kölelik tabi ki Arap toplumunda çok oturmuş bir kurum idi ve kaldırılması düşünülmedi. Ama bunu düşünmeyen Tanrı değil Muhammed idi. Tüm bu puzzle’ın aslında çok basit bir çözümü var: Muhammed o dönemin Arap toplumunda sıradan bir insan idi ve tabi ki oluşturduğu sistem de onun gibi ‘Arabi’ ve ‘insani’ bir düzen idi. Eğer çekinmiş ve kaldırmamış ise, çekinen Tanrı değil Muhammed’in kendisi idi. Çünkü bunun, zenginleri kızdırarak, toplumdaki siyasal ve ekonomik dengeleri kendi aleyhine değiştirmesinden çekindi. Kaldırmak (büyük ihtimalle) hiç aklına gelmemişse de bunun sebebi onun o dönemki Arap toplumunda sosyalleşmiş olması ve o toplumun ahlaki/sosyal kodlarını benimsemiş olmasıydı. Bu konuda maalesef İslamcılar ve bir kısım ateistler normatif saplantılarından dolayı meselenin bu insani tarafını göremiyorlar. İslamcılar (ve genel olarak Müslümanlar) Muhammed’i melekçesine mükemmel bir ahlak sahibi olarak düşündüğünden, onun Arap toplumunun kölelik vs. konularda onların normlarını benimsemiş ve kendi doktrinine (İslam) almış olmasını anlayamıyorlar. Bazı ateist ve gayri-Müslimler ise Muhammed’i şeytani düzeyde ahlaksız gördüğünden, onun mesajındaki ‘insani’ tarafı ıskalıyorlar ve mesela, onun kölelik konusunda az da olsa kendi toplumunda iyileştirmeye gittiğini kabul edemiyorlar. Halbuki Muhammed bu iyileştirmeyi tavsiye etmiştir, çünkü o da bizim gibi bir insan idi. Kendi ahlak, iyilik anlayışı var idi. Demek ki kölelere biraz iyi davranılmasını istemiş. Ama yine insan olmasından dolayı, köleliği normal görmüş, kölelik-olmayan bir dünya düşün(e)memiştir.
Gelecek yazımda bu konudan devam edeceğim.
Özgürlüğün Gücü