Günümüzde İslam’ın Arızî Dilden Arındırılıp (Asli) Evrensel Bir Dille Sunumu

Bugün yayınlayacağım yazıyı “İslam (Ceza) Hukukunda önemli olan maksat mı, şekil mi?” başlığı altında hazırlamıştım. Önceki yazılara gelen yorumları dikkate alınca, araya bu yazıyı sıkıştırma ihtiyacı hissettim.

İslam ülkelerinde yaşayan biz Müslümanlar -doğrusu ve yanlışı ile yaşanan bir geleneğin içine doğduğumuz için- otomatikman Müslüman sıfatını alıyoruz. 

Böyle Müslüman olduğumuz için de, İslam’ın saf halinde olmayan birçok uygulamayı da İslamî zannederek yetişiyoruz.

Müslüman olmayı, gelenekten arındırdığımızda ortada iki şey kalır: Tebliğ ve tercih. 

Din bize tebliğ edilir, biz de bu tebliğ karşısında tercih özgürlüğümüzü kullanırız. 

Kur’an tebliğ yapan bütün peygamberlerin şahsında tebliğcilere şöyle der:

“Sen, onlara zor kullanacak değilsin. (Gaşiye 22)”

“…senin vazifen, sadece tebliğ etmektir. Hesab görmekse Bize düşer. (Ra’d 40)”

“Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256)”

Bu ayetlerin tebliğcilere verdiği ortak mesaj şudur: Size düşen dini en güzel şekilde (sevgi, bilgi, ikna diliyle) sunmak. Sunduğunuz insanlar ister tercih eder, isterse etmez. Tercih edene de etmeyen de hiçbir şekilde zorlama yapamazsınız.

Bir tespit üzerinden konuyu açalım;

Dini 10 katlı bir apartmana benzetelim;

Müslüman olmak bu apartmanın birinci katında oturmak olsun. 

Birinci katta oturana da Müslüman diyoruz, onuncu katta oturana da Müslüman diyoruz. 

Bazıları “dinde zorlama yoktur”u, apartmana girene kadar yoktur, ondan sonra vardır” şeklinde anlayıp, “Birinci katta sadece kelime-i şehadet getiren, imanın ve İslam’ın şartlarını kabul eden kişileri diğer katlara çıkmaya zorlamak gerekir” diyorlar.

Bunun, bir an için doğru olduğunu kabul edelim. 

Zorlamayla yukarı katlara çık-mış gibi görünen insanlar Müslüman mı olur, münafık mı?

Apartmanda oturan Müslüman sayısı mı fazla olur, münafık sayısı mı?

Şunun altını kalın kalın çizelim. Bir yerde zorlama varsa orada din olmaz. Olamaz. 

“Olmaz” dediğimizde önümüze tarihi uygulamalar konuyor. 

Tarihi uygulamaların hiç birisi bu gerçeği değiştirmez. 

Bu gerçeği değiştirmek için anlatılan ayetleri biliyoruz. 

O ayetlerin tamamı savaş ortamında, Müslümanlara karşı düşmanlık besleyen insanları muhatap alıyor. 

SAVAŞ ARIZİDİR/GELİP-GEÇİCİDİR. KESİNLİKLE İSLAM’IN GENEL KARAKTERİSTİĞİNİ BELİRLEMEZ. 

Diyelim ki, tarih farklı bir şekilde aksaydı, Müslümanların karşısındaki gruplar insan haklarına saygılı olsaydı ve hiç savaş olmasaydı, ne olacaktı?  

Olacak olan şu: Önümüzde savaş dilinden arınmış bir din olacaktı. Ateistlerin din aleyhinde kullanacağı ayet sayısı azaldığı gibi, sevgi, bilgi, ikna dili olan din dilinde “şiddet dilini” kullanmak zorlaşacaktı. 

Şu an en büyük sıkıntılarımızdan biri bu: 1500 yıllık Müslüman tarihinde savaş, düşmanlık, nefret, kin ortamında gelişen dilin, İslam’ın genel karakterini şekillendirmesi.

Bugün İslam’ı insanlığa sunarken yapacağımız şu: İslam’ı arızî durumlardan arındırıp, asli haliyle insanlara sunmak.

Asli haliyle sunduğumuzda ortada iki şey vardır: Tebliğ ve tercih. 

Bizim insanlara çok net bir şekilde şunu dememiz lazım. Size İslam tebliğ edildiğinde kabul edip etmeme özgürlüğünüz var. 

Kabul ettikten sonra da 10 katlı İslam binasında dilediğiniz katta İslam’ı yaşama özgürlüğünüz var.

Bir Müslümana, dilediği katta İslam’ı yaşama özgürlüğünü ben vermiyorum. Adına ehl-i sünnet denen yapı içindeki bütün tarikat ve cemaatler ve onların içinde İslam devleti isteyenlerin aşağıdaki kabulleri bu özgürlüğü veriyor.

Ehl-i sünnetin genel kabulü şudur: “Amel imandan bir cüz değildir. Kişi iman eder ama amelleri (namazı, orucu, zekatı, haccı) yerine getirmezse yine de Müslümandır.”

Bu şu demek: Sonuçlarına razı olduktan sonra ister yaparsın istersen yapmazsın.

Müslüman olduktan sonra bu alan da tercihe bağlı bir alandır. Hiç kimse daha fazlasını tercih edeceksin diye zorlayamaz. 

Kişi zorlandığında ne olur? Yukarıda işaret ettik. Zorlanan insan, zorlandığı için yaparsa münafık olur.

Şunu da soralım: İslam dininde bir insanın münafık olmasına sebep olmanın günahı nedir?

Kuran ölçülerinde, münafık olmak kafir olmaktan daha kötü (Nisa 145) bir hal olunca, sorunun cevabı şu olur: Bir insanın kafir olmasına sebep olmaktan daha büyük günahtır.

“Amel imandan bir cüz değildir” kabulünü referans aldığımızda, İslam dini itikatta tek tercihe, amelde uygulamada farklı tercihlere müsaade eden bir din olarak karşımıza çıkıyor.

Bu açıklamalardan sonra (öyle değil ama) farz edelim ki, İslam binasının onuncu katında oturmanın şartı İslam devleti istemek olsun.

Onuncu katta oturmak isteyenlere şunu deriz: “Buyrun kardeşim siz o katta oturun ama birle, dokuz arasında tercih yapan hiç kimseyi ‘onuncu katta oturmak farzdır’ gibi söylemlerle zorlamayın.”

(“Farz diyen var mı?” diye merak eden varsa şu linke bakabilir: link)

Özetlersem: Günümüzde yapılması gereken: İslam’ı arızî dilden arındırıp tebliğ ve tercih sadeliği içinde sunmaktır. 

Her insan için, İslam’ı tercih etmeme özgürlüğü kadar, tercih ettikten sonra da itikadî alan hariç ameli alanda da tercih özgürlüğü vardır.

Mustafa Yılmaz

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski