Bir önceki yazımızın baş tarafında şöyle bir cümle geçiyordu “Tarih öyle değil de, şöyle aksaydı, hadiseler öyle değil de, böyle gelişseydi ne olurdu?”
Bu yazımızda aşağıdaki simülasyonları açarak bu sorumuza cevap bulmaya çalışacağız.
• “Simülasyon 1: Eğer Peygamber Efendimiz 13 yıllık Mekke döneminde, Hz. Yusuf’un Mısır’da muhatap olduğu ve müşrik bir kral ile temsil edilen bir topluluğa/halka muhatap olsaydı ne olurdu?”
Bu simülasyonu, daha iyi anlama adına, günümüzde Müslümanların azınlık olarak yaşadıkları tüm batı ülkelerine taşıyabiliriz.
Batı ülkelerinde yaşayan; kadın-erkek tüm Müslümanlar “Yusuf”tur.
Bu simülasyonun “Yusuflara” verdiği mesajlar:
• Karşınızdaki size şiddet uygulamıyorsa, şiddet yok.
• Karşınızdaki sizinle savaşmıyorsa, savaş yok.
• Yaşadığınız ülkenin yargı sistemi, sorunlarınızı çözmede vasıtanız olabilir.
• Muhataplarınız farklı olsa bile, birlikte yaşadığınız ülkeye fayda vermek için, o ülkede her kademede göreve talip olabilirsiniz.
• İnandığınız dini anlatmak için en güçlü silahınız, kullanacağınız en güçlü yöntem “GÜZEL ÖRNEK OLMAKTIR”
• “Simülasyon 2: Eğer Peygamber Efendimizin çağdaşı olan Necaşi ve onun kral olduğu halk Habeşistan’da değil de Mekke’de olsaydı, Müslümanlar da onlarla muhatap olsaydı, ne olurdu?”
Bu simülasyon, yukarıda simülasyonunun mesajlarıyla örtüşüyor. Size inanç, ibadet ve ifade özgürlüğü sunan her ülkede, o ülkenin insanları ile birlikte yaşayabilirsiniz.
• “Simülasyon 3: Medine döneminde gerçekleşen (Bedir, Uhud, Hendek gibi) savaşların Mekke döneminin uzantısı olduğu bilinen bir gerçek. Eğer Mekke’de ve Medine’de 1. ve 2. simülasyonlardaki muhataplar olsaydı ve bahsedilen savaşlar hiç olmasaydı ne olurdu?”
Sorunun ateistlere bakan cevabı şöyle: İslam aleyhinde kullandıkları malzemenin sayısı yarıya inerdi.
Sorunun İŞİD ve TALİBAN gibi örgütlere bakan cevabı şu: Savaşa, şiddete referans olacak ayet ve hadis bulma sıkıntısı yaşarlardı.
Eğer Mekke’de Peygamber Efendimizin muhatapları Hz. Yusuf’un karşısındaki kral ve Necaşi ile temsil edilen topluluk olsaydı savaşlar olmayacaktı.
Zaten hiçbir savaş, Peygamber Efendimizin tercihi olmadı. Bahsi geçen savaşların tamamı, müşriklerin Efendimize başka hiçbir seçenek bırakmamasının bir sonucudur.
Şunu çok net bir şekilde ifade edebiliriz: Kur’an’daki bütün savaş ayetleri dinin aslından değildir. Arızîdir. Tarihseldir. Karşı tarafın tepkisine karşı, Müslümanların nasıl tepki verecekleri konusunda rehberlik yapan ayetlerdir.
Bizim önceki yazımızdaki ifademizle dinin net kısmından değil, brüt kısmındandır.
Dini lokalden genele, yerelden evrensele taşırken kesinlikle dinin aslı gibi, aslından bir parça olarak sunulamaz.
Dini bir insana benzetirsek, bu insanın baskın özelliği merhamet ve adalettir/dürüstlüktür/güven vermekdir.
Kendini Kur’ana göre inşa eden her Müslümanda da olması gereken baskın özellikler bunlardır.
Siddet, sertlik asla dinin ve dindarın karakterinde baskın özellik olamaz. Bu özellikler karşı tarafın tepkisine karşılık, ortaya çıkan ve tamamen savunmaya ve caydırmaya yönelik olan özelliklerdir.
• “Simülasyon 4: Hz. Hatice vefat etmese, Peygamber Efendimiz tek eşli olsa ne olurdu?”
Çok eşlilik de asla dinin aslından değildir. Nisa 3. ayetin sonu bu konuda “Allah’ın tavsiyesini”, “ideal olan tek eşliliktir” diye ortaya koymuştur.
Bu konuda iki türlü suiistimal var.
Birincisi; bazı şehvet düşkünü insanların Peygamberin tamamen yöreden, gelenekten kaynaklanan uygulamasını “dini” olarak anlayıp “imam nikahı” kılıfıyla kadının aleyhine uygulamalarıdır.
İkincisi; yine bazı ateistlerin dinin aslında olmayan bu tür arızî konularla uğraşmasıdır.
Bu konuya bağlı olarak “kölelik/cariyelik” konusu da böyledir. Tamamen zamanın savaş hukukunun bir sonucudur.
• “Simülasyon 5: Peygamber Efendimizin de hayatında Hz. Yusuf örneğinde olduğu gibi hiç savaş olmasaydı, İslam’da cihadın tanımı nasıl olurdu?”
Cihad; “chd” kökünden cehd ve gayret anlamına gelen bir kelime. Halk arasında ve İslam aleyhinde olan kişiler arasında daha çok savaş manasıyla öne çıkıyor.
Biz de, bu manayı dikkate alarak bir cihat tanımı yaparsak, cihadın tanımı şöyledir:
Cihad: Düşmanlık yapanlar karşısında, Müslümanların başka hiçbir seçenek kalmadığında, caydırmak ve savunmak amacıyla mecburen başvurdukları yöntemin adıdır.
Peygamber Efendimizin yaptığı bütün savaşlar; yaptığımız bu tanımın referansıdır.
Cihadın genel tanımına gelince; cihad: dini anlama, yaşama, onun güzelliklerini insanlara taşıma gayretlerinin tamamına içine alan bir kavramdır.
Bu noktada her Müslüman için şöyle bir benzetme yapabiliriz.
Bir fabrika düşünün: Fabrikada bir üretim, bir de pazarlama bölümü var.
Biz üretime; güzel ahlak sahibi Müslüman olma gayreti diyoruz; pazarlamaya da güzel örnek olma diyoruz.
Cihad: Önce güzel ahlak sahibi bir Müslüman olmak için, sonra da güzel örnek olmak ve kalmak için verilen tüm gayretleri içine alan bir kavramdır.
İslam dininde, bütün ibadetler, güzel ahlak sonucu vermek için vardır.
Burada zihin açıcı soru şu: Güzel ahlak kazandırmayan ibadetler sevap kazandırır mı?
Bir başka soru da şu: İslam’ın beş şartı tek şartla ifade edilse o şart ne olurdu?
O şart: “Güzel ahlak sahibi olmak bütün Müslümanlara farzdır” cümlesi olurdu.
Bir sonraki yazıda simülasyon yorumlarına devam edeceğiz…
-Mustafa Yılmaz
