En son okuduğum kitap, Toshihiko Izutsu’nun, “Sufism and Taoism: A Comparative Study of Key Philosophical Concepts” kitabı. Okuması zorlu bir kitap, çünkü çok derin. Ben derinliğine tam inemedim ama yine de, bu son zamanlarda okuduğum en etkileyici kitaptan anladığım (bence) en önemli şeyleri sizlerle paylaşmak istedim.
Aslında kitap genel olarak Sufizm ve Taoizmi incelemek yerine, Sufizm tarafından İbni Arabi’nin ve Taoizm tarafından Lao-tzu ve Chang-tzu (Zhuangzi)'nin görüşlerini inceliyor ve bu görüşler arasındaki benzerlik ve paralelliklere dikkat çekiyor. Kitabın incelediği iki ana felsefi konu, Varlığın ve Hakk’ın hüviyeti (nature of existence and Absolute); ve spiritüel aydınlanma (inner transformation of man) ve insan-ı kamil (perfect man). Ben de bunlara yoğunlaşmak istiyorum. Yazının bundan sonraki kısımlarında Sufizm yazdığımda İbni Arabi’nin görüşlerininden, Taoizm yazdığımda Lao-tzu ve Chang-tzu’nun fikirlerinden bahsediyor olacağım. Yazım, Sufizm ve Taoizm’in objektif bir incelenmesi değil, bir değerli kitaptan benim sübjektif olarak anladıklarım. İlgilenenler buyursun.
Varlığın ve Hakk’ın (Mutlak’ın) hüviyeti
Önce varlıktan (existence) başlamak lazım. Taoizm ve Sufizm’de dil bakımından çok farklılıklar olmasına rağmen (ve bu çok normal; çünkü, birisi Uzak Doğu kadim Şamanizm’inden evrilmiş ve milattan önce 500 yıllarında ortaya çıkmış bir varlık anlamlandırılması; diğeri çok daha sonra, Semitik bir teizmden ortaya çıkmış bir varlık anlamlandırması), Taoizm’deki “yu” ve Sufizm’deki “vücud” arasında benzerlikler bulabilir ve bu iki görüşün de “varlığı” temel aldığı ve özcü (essentialist) bir bakışta değil, varoluşçu (existentialist) bir bakışta olduğunu söyleyebiliriz.
Aslında bundan da öte, hem Sufizm’in, hem de Taoizm’in felsefi yapısının temelinde “varlığın birliği” kavramı (Sufizm’de “vahdet-i vücud,” Taoizm’de “t’ien ni”) var. Bu iki sistemde de bütün varlıklar evreni, “birlik” (veya teklik, “unity”) ve “çokluk” (multiplicity) arasındaki ontolojik bir gerilimle ifade ediliyor. Buradaki “birlik,” Sufizm’e göre “Hak,” Taoizm’e göre “Tao” (yani “yol”). Buradaki “çokluk,” Sufizm’e göre “mümkinat” (mümkün varlıklar,) Taoizm’e göre “wanwu” (“bin şey (a thoushand things),” yani kainat). Sufizm’de Hak’tan mümkinata “tecelli” ile geçiliyor, Taoizm’de ise Tao’dan wanwu’ya “sheng” ile, yani “varlığa geçiş” ile geçiliyor.
Burada varlığı ve teklik-çokluğu daha detaylı inceleyelim. Aristocu bakışta varoluş, fenomenal “gerçeklik” düzeyindeki bireysel “şeyler”dir. Bu bakışın temelinde herkesin sağduyu düzeyinde algıladığı varlığın sıradan deneyimleri vardır. Ancak Sufizm ve Taoizm için, fiziksel düzeyde sıradan bir zihin tarafından deneyimlenen bu “şeyler,” ancak bir rüya hükmündedir. Bu bakış açısıyla, bu düzeyde kavranan “şeyler”—sonuçta varlığın farklı fenomenal formları olsalar ve bu anlamda varlıktan başka bir şey olmasalar da—varlığın gerçek metafizik derinliğini kesinlikle açığa çıkarmazlar. Gerçek metafiziğe inmek için, Sufizm'in tabiriyle bir “ayn al basirah” (manevi görüş) ve Taoizm’in tabiriyle bir “ming” (aydınlatıcı ışık) gerekiyor. Bu mevzuyu bir sonraki bölümüzde ilerleteceğim. Şimdilik sadece hem Sufizm’in, hem Taoizm’in algılanan ve birbirinden ayrı gibi görülen şeylere, gerçekliğin arkasın saklandığı bir rüya veya bir ilizyon olarak baktığını vurgulayıp devam edelim.
Sufizm ve Taoizm, gerçekliğin tekdüze olmadığını, Mutlak'ın (Absolute) veya Hakk’ın farklı yönlerini ve tezahürlerini temsil eden çoklu katmanlardan oluştuğu iddiasında. Bu katmanlar, en anlaşılmaz ve gizemli olanlardan günlük yaşamın somut gerçekliklerine kadar uzanıyor ve çok ilginç bir şekilde, bu iki felsefenin ifade ettiği katmanların yapısı birbirine çok benziyor.
Sufizm’de katmanlar şu şekilde sıralanıyor:
1. Öz: Mutlak'ın derinliklerinin kavranamaz derinliğini temsil eden, derin karanlığa benzer mutlak bir gizem (yani “Gayb”)
2. İlahi Nitelikler ve İsimler: İlahi olanın doğasını tanımlayan özellikler ve adlandırmalar.
3. İlahi Eylemler: İlahi olanın evrenle nasıl etkileşimde bulunduğu ve onu nasıl yönettiği, “Rabb”lik kavramı.
4. İmajlar ve Benzetmeler: İlahi gerçeklikleri, insanların anlayabileceği terimlerle temsil eden sembolik formlar.
5. Duyularla Algılanan Dünya: İnsanların günlük olarak etkileşimde bulunduğu fiziksel gerçeklik.
Taoizm’de katmanlar şu şekilde sıralanıyor:
1. Gizemlerin Gizemi (Mystery of Mysteries): Tüm kavramların ötesinde, bilinmeyen
2. Var Olmayan (“Wu,” Non-being, Nothing, Nameless): Tüm varoluşun tanımsız ve isimsiz kökeni.
3. Bir (Yi): Tüm çoğulluğun öncesinde gelen birlik.
4. Varlık: Gök ve yeri (heaven and earth) de içeren tezahür etmiş dünya.
5. On Bin Şey: Dünyayı dolduran sayısız nesne ve varlıklar.
Diğer bir ilginç paralellik ise Sufizm’deki “ayan-ı sabite” (permanent archetypes) kavramı ile Taoizm’deki “boşluklar” (hollows) ve “kozmik rüzgar” (cosmic wind) kavramları arasındaki benzerlik. Bu kavramlar, bize gerçekliğin çeşitli formlara nasıl tezahür ettiğini gösteren zengin imgeler sunuyor. Sufizm’deki temel görüşlerden olan ayan-ı sabite, Tanrı bilincinde var olan ve fiziksel dünyada gerçekleşmeyi bekleyen potansiyel formlar ve niteliklerini ifade ediyor. Bu sabitler (arketipler) “ne var ne yok” olarak görüyor ve bir nevi her şeyin “blueprint”ini içeriyor. Vahdet-i vücuda geçebilmek için çok anahtar bir kavram ayan-ı sabite. Ayan-ı sabitenin varlığı bizim varlık boyutumuzda değil, bunlar “İlahi bilinç”te potansiyel olarak bulunuyor ve varlık aleminde “gerçekleştirilmeyi” bekliyor. Varlık alemindeki her şey ise, sadece ayan-ı sabitenin gerçekleştirilmiş hali. Dolayısıyla, farklı formları olsa da, özünde birler.
Buna paralel bir şekilde, Taoizm'de, boşluklar (hollows) ve kozmik rüzgar (cosmic wind) benzer fikirleri aktarmak için kullanılmış. Şöyle ifade edebiliriz, rüzgar estiğinde farklı sesler çıkaran ağaçlardaki “boşluklar,” nihai gerçeklikte mevcut olan sayısız potansiyeli simgeliyor. Aktif ve dinamik bir güç olan kozmik rüzgar, şekillendirdiği formları yaratmıyor; ancak onların var olan potansiyellerini harekete geçirerek özgün seslerini ortaya çıkarıyor. Bu anlatıda varoluşu “çıkan ses” olarak görmemiz gerekiyor ve bu şekilde baktığımızda çok güzel çıkarımlar yapabiliyoruz: (1) rüzgar olmadan bu boşlukların bir “varlığı” yok, (2) boşluklar olmadan rüzgarın bir varlığı yok, (3) tüm seslerin özü aynı, yani formları farklı olabilse de varlık “bir,” çünkü tüm varlık boşluklardan çıkan aynı rüzgarın sesi.
Bu iki anlatı da, aslında Tanrı’nın (veya kozmik rüzgar, ismine ne derseniz deyin), ancak “boşluklar” veya “arketipler”le ortaya çıktığını ve bir “şey” (substance) yerine, “yaratıcı güç” (latincesiyle “actus”) olduğunu söylüyor. Ayrıca, boşlukların ve arketiplerin kendi başına bir gerçek (“in actu”) varlığı olmadığını söylüyor (ancak potansiyel olarak (“in potentia”) varlar.) Son olarak, varlığın, yaratıcı gücün boşluklar ve arketipler üzerinden ortaya çıkardığı, değişik formlarda olsalar da, aslında “bir varlık” olduğunu söylüyor.
Sonuç olarak, her iki felsefe de, varlığın mutlak gerçekliğin ve temelinin Gayb (veya Hsuan, Gizemlerin Gizemi) olmasıyla başlıyor ve varlığın evrimine dair çok benzer fikirler sunuyor. Taoizm’deki “Yi” (“bir”), Sufizm’deki hem “ehadiyet”e, hem de “vahdaniyet”e karşılık geliyor. Buradan çıkan “çokluk” Sufizm’e göre “Rahman’ın nefesiyle,” Taoizm’e göre ise “kozmik körük” (Cosmic Bellows) veya bir “geğirme” ile ortaya çıkıyor. İlk bakışta burada, Sufizm’de bir “rahmet,” Taoizm’de bir “rahmetsizlik” olduğunu düşünebiliriz. Ama şunu görürsek bu iki felsefe arasında bir fark olmadığını anlayabiliriz. Sufizm’de Tanrı’nın, her şeye ve herkese “varlık” armağanını bahşederken gösterdiği mutlak bir tarafsızlık ve ayrımsızlık var. Taoizim’de ise, Mutlak'ın yaratıcı faaliyeti, rahmetsizlik ilkesine dayandığı için on bin şey (kainat) üzerinde tek bir istisna olmaksızın genişletilmiş. İki görüşün temelinde de ayrım yapmama ve tüm varlığa “aynı” davranma var.
Buradaki Rahmet veya Rahmetsizlik kavramları, Mutlak'ın “iyi ve kötünün ötesinde” olduğu başka bir önemli fikirle de doğrudan bağlantılı. Mutlak'ın yaratıcı faaliyeti, her şeye “varlık” bahşetmekten ibaret ve bu eylem hiçbir ahlaki yargı içermiyor. Dolayısıyla, Mutlak'ın bakış açısından, bir şeyin iyi veya kötü olup olmaması hiç önemli değil. Bu bakış açısıyla, Sufizme göre, tüm varlık, “doğru yoldadır” veya Taoizme göre, tüm var olanlar “kendilerinden öyledirler” (iyilik ve kötülük içermezler). Burayı bir sonraki bölümüzde biraz daha açalım.
Spiritüel Aydınlanma ve İnsan-ı Kamil:
Sufizm ve Taoism’de, spiritüel aydınlanma ancak, kişinin tüm arzularından ve daha önemlisi “aklın faaliyetlerinden” arındırılması ile olabilir. Diğer bir deyişle, bu süreç, tüm akıl faaliyetleri ve arzuların ampirik öznesi olan “benlik”in tamamen yok edilmesini içeriyor (Sufizm’in tabiriyle “fena,” Taoizm’in tabiriyle “tso wang” (sitting in oblivion, unutulmuş bir şekilde oturmak)). Bunu yapabilmek için insanın “içine dönmesi,” koşullandırılmamış ve saf bilince ulaşması (Taoizm’in tabiriyle, bilinçteki tüm kapıların ve pencerelerin kapatılması) gerekiyor. Ampirik benliğin yok edilmesi, yeni bir benliğin, kozmik benliğin gerçekleştirilmesi sonucunu doğuruyor (Sufizm’in tabiriyle “beka,” Taoizm’in tabiriyle “gizemli ayna” (mysterious mirror).)
Peki aydınlanma için neden içimize dönmemiz gerekiyor? Çünkü dış şeylere (Mutlak'ın formları olmasına ve bunu entelektüel olarak bilmemize rağmen,) nüfuz edip, içlerinde aktif olarak çalışan Mutlak'ı “deneyimleyemeyiz.” Yapabileceğimiz tek şey onlara dışarıdan bakmaktır. Yalnızca kendi benliklerimiz söz konusu olduğunda, her birimiz iç dünyamıza girebilir ve kendimizde sürekli olarak çalışan Mutlak'ı sezgisel olarak kavrayabiliriz. Yalnızca bu şekilde Varoluşun Gizemine öznel olarak katılabiliriz.
Peki akıl faliyetlerinden neden arınmalıyız? Çünkü kavramsal sınırların düzgün bir şekilde belirlenmediği yerlerde akıl çok güçsüz kalıyor. Akıl'a göre, “gerçeklik” çeşitli “şeylerden” ve “niteliklerden” oluşuyor, her biri kendisini diğerlerinden ayıran bir “öz”e sahip. Bu “şeyler” ve “nitelikler” ise gerçekte, Mutlak'ın kendini gösterdiği pek çok formdan başka bir şey değil, aslında arkalarında Mutlak'ı gizliyorlar. Akıl, gerçeği kalıplara sokmaya çalışarak, üstüne binalar yaparak gerçeği saklıyor. Dolayısıyla hakikate ulaşmak “ekleme yapılarak” değil, “unutarak” ve “saf bilince” ulaşarak mümkün. Bu iki felsefeye göre “şey”leri birliğe (veya, Taoizm’e göre “kaos”a) çevirip ve gerçekliği “şu veya bu,” “iyi veya kötü,” “doğru veya yanlış” gibi terimler dışında yorumlamak, aydınlanmak için tek yol. Burada çıkılan yer, Rumi’nin çok güzel bir şiirinde ifade ettiğinden başkası değil gibi görünüyor:
“Yanlış ve doğru fikirlerinin ötesinde, orada bir alan var.
Seninle orada buluşacağım.
Ruh o çimlere uzandığında, dünya, hakkında konuşulamayacak kadar doludur.
Fikirler, dil, hatta “birbirimiz” ifadesi bile anlamını yitirir.”
Bilinç “arındığında” ve insan metafiziksel bir boşluk haline geldiğinde, içini ve dişini unutarak, kendini Taoizm’in “aydınlanma” (ming) olarak adlandırdığı ve Sufizm’in “açığa çıkarma” (keşf) veya “tat” (zevk) olarak adlandırdığı deneyimi yaşamaya müsait hale geliyor. Hem “aydınlanmanın” hem de “keşfin ve zevkin” karakteristik özelliği, bu nihai aşama tam olarak gerçekleştiğinde, “arınma” sürecinde bilinçten silinen “şeylerin” hepsinin tamamen dönüşmüş olarak tekrar zihne (bilince) dönmesi. Bu şekilde bir bilinç, Taoism’deki iyi cilalanmış lekesiz bir ayna veya “Gizemli Ayna” haline geliyor.
Metafiziksel sezginin en yüksek aşaması, sadece Mutlak'ı gören ve onun fenomenal yönünden tamamen habersiz olmak değil. Bu aşama Sufizm’de, hem yaratıkları hem de Mutlak'ı bir Gerçekliğin iki yönü olarak, ya da sürekli ve aralıksız olarak kendini çeşitlendiren tek bir Gerçeklik olarak görmek: “öz”de “bir,” “isimler” acısından “her şey” olmak. Sufizm’deki “insanı kamil” doğru-yanlış, iyi-kötü, şu-bu kavramlarının birer ilizyon olduğunun bilincinde olduğu halde, yine de bu kavramların pratik hayattaki önemine göre davranabiliyor.
Aynı şekilde, Taoizm'in Mükemmel İnsani da Varoluşun fenomenal düzeyinde çeşitliliği algılayıp Gizemli Aynasının kusursuz yüzeyinde onların “belirip kayboluşlarını” yansıtıyor. Ancak, bu sürekli değişen formların “çiçek dürbünü” halleri, Mükemmel insanın zihninin kozmik huzurunu bozmuyor, çünkü bu insan, fenomenal dünyanın çeşitliliğinin perde arkasında, metafiziksel “Bir”liği seziyor. Bu insan, kendisi sürekli dönüşüm akışıyla bir olduğu için, “Bir” ile bir bütün oluyor.
İnsan-ı kamillerden olması muhtemel Frithjof Schuon bir yerde şöyle diyor:
Benim aslında ilgilendiğim, “gizli din.” Bütün formların ardında gizlenen “aynı” gerçek!
Bu yazıya benim “gizli din”in ne olduğu fikrimle son vereyim. Gizli din, birlik, varlığın birliği, birlemek fikri, birliğin idraki.
-İsa Hafalır
