Kendini toplumsal barışa adadığını iddia eden bir grubun, içinden çıktığı toplum tarafından benzersiz bir soykırıma uğraması ve birkaç cılız ses dışında toplumun buna itiraz etmemesi nasıl izah edilebilir?
Bu soruya herkes kendi perspektifinden cevaplar üretmektedir; Fethullah Gülen ve çevresindekilere sorarsanız bu normal bir hadisedir, Allah dostları, Peygamberler ve çoğu dini hareket zamanında halkın eziyetine uğramış, linç edilmiş, hatta katledilmiştir. Bunlar “yolun kaderi” dir, yapılması gereken sabretmektir.Aslında bu izah, içinde bir mantık hatası barındırmaktadır; bir hadiseyi “kader” ile anlamlandırmak ve hadiseyi neden-sonuç ilişkisi içinde tahlil etmek ayrı şeylerdir. Birisi diğerinin yerine kullanılamaz. Bu cevap, soruyu yeni bir torbaya koyarak bize geri iade etmeye benzer. Diğer taraftan meseleleri kaderle izah etmek avama yakışan bir tavırdır; biz sıradan insanlar, yaşadığımız sorunların Allah’ın muradı olduğu düşünür ve teselli buluruz. Bir lidere yakışan ise sorumluları belirlemek, bu kişilerle ilgili gereğini yapmak ve benzer hadiselerin tekrar yaşanmaması için önlemler almaktır.
Bir şüpheli, mahkemede “bunu zaten Allah istemişti” diyerek yakayı sıyıramaz, nedensellik zinciri içinde kendini savunur, suçu varsa ceza alır. Allah’ın bizim için bir “kader” dilemesi, o kaderi sonuç veren eylemlerdeki kişisel sorumlulukları ortadan kaldırmaz. Dini kisve giymiş kişiler (hoca, hocaefendi, şeyh, imam) kendilerini ilgilendiren konularda suçu Allah’a atamaz (haşa), bireysel veya grup olarak hesap vermeleri ve müntesiplerine izahat getirmeleri gerekir.
Son zamanlarda Cemaat ve Hizmet (bu ayrımın detayları aşağıda anlatacağım) ile yollarını ayıran pek çok kişinin temel itiraz noktası bu husus olmaktadır. Bu yazıda, bugünkü duruma yol açan bir kilit faktör olduğunu düşündüğüm “Mukaddes Hile” kavramını açıklayacağım.
Cemaat, Hizmet, Hareket?
Öncelikle yazıda geçen kavramları tanımlamakta fayda var. Cemaat deyince, Fethullah Gülen ve etrafındaki hiyerarşik, şeffaf olmayan, kimlerden oluştuğu, sorumlulukları, nasıl göreve geldikleri bilinmeyen, resmi denetim mekanizmalarından muaf ve gayri resmî ilişki ağını ifade ediyorum.
Hizmet ise, kelimenin asıl kökü itibarı ile Said Nursi’nin “Hizmet’i İmaniye ve Kur’aniye” ifadesinden türemiş fakat zamanla din dışı ve sosyal alanı da kapsayacak şekilde genişlemiş, topluma fayda sağlamayı ve bu iş için uğraşan kişi ve kurumları ifade eden bir kelimedir. Örneğin Zaman gazetesi bir Hizmet kurumudur, yöneticileri, çalışanları bellidir, çalışma ve denetim şartları yasa ile sabittir. Sürat Holding, Şifa Hastaneleri ve Fatih Üniversitesi de Hizmet kurumlarıdır (en azından bir zaman öyleydiler). Bu kuruların kapısını çalıp bilgi alabilirsiniz, muhasebe defterlerini denetleyebilirsiniz, aktivitelerini yasa dışı bulursanız kapısına kilit vurabilirsiniz, hatta çalışanlarını hapse bile atabilirsiniz (!).
Terminoloji olarak Cemaat ve Hizmet’i ayıran fark şeffaflıktır. Dışarından bakıp içini görebildiğimiz, dokunabildiğimiz yapılar Hizmet’i, diğer tüm oluşumlar ise Cemaat’i ifade eder.
Hizmet Hareketi ise, Gülen’in kendisi tarafından 2010 yılından sonra sıklıkla dile getirilmiş, değerler odaklı ve farklı inanç gruplarını (müslim, gayri-müslim, agnostik vb.) da kapsayan bir hareketi temsil eder. Temel motivasyonunu inançtan almakla birlikte, sosyal problemleri çözecek reçeteler üreten bir konsorsiyum veya geniş tabanlı bir sivil toplum hareketidir. Bu hareket henüz tam olarak gerçekleşmemişse de bir vizyon olarak ortada durmaktadır.
Bu terminolojinin genel kabul gören bir yaklaşım olmadığını, yazının anlaşılmasını kolaylaştırmak için benim önerdiğim bir sınıflandırma olduğu ifade etmeliyim.
Her doğru her yerde söylenmez mi?
“Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur.”
Yukarıdaki alıntı Said Nursi’ye aittir. Nursi, Mektubat isimli eserinde, farklı düşünen Müslümanların ayrılığa düşmemeleri adına faydalanabilecekleri bir iletişim stratejisini tarif etmektedir; iletişimde aslolan karşı tarafın damarına basmamaktır. Örneğin, bir çocuk babasının hatasını üst perdeden, yargılayıcı bir üslupla ifade etmemelidir. Yoksa bu eleştiri babası tarafından kabul görmeyecektir.
Uzun yıllar boyunca Cemaat ve Hizmet yöneticileri bu alıntıyı bağlamından kopararak; onu politik, öznel ve tartışmaya açık niyetlerini halktan - ve kendi destekçilerinden - gizleme adına bir referans olarak kullanmışlardır. Cemaat’i bir kaşık suda boğmak isteyen çevrelerin estirdiği rüzgarlardan korunma adına çok kullanışlı olduğu erken dönemde fark edilen bu yöntem, Gülen ve çevresinin temel davranış motifi haline gelmiş ve Cemaat’in bugün de devam eden ve terk edemediği kalıcı reflekslerin oluşmasını sağlamıştır.
Günümüz itibarı ile Cemaatin (veya Hizmetin) ne İsa’ya ne de Musa’ya yarananmış olmasının - ne içinden çıktığı İslami camiada ne de seküler Türk’ler nezdinde kabul görmemesinin - temelinde de bu davranış kalıbı ve neden olduğu ‘toplumsal güvensizlik’ bulunmaktadır.
Ne yazık ki bu güvensizlik hissini görmezlikten gelen Cemaat yöneticileri, yaşanan yıkıma rağmen kendilerine yöneltilen ‘neden şeffaf değilsiniz’ eleştirilerini aynı sözleri tekrarlayarak cevap vermektedirler; “her doğru her yerde söylenmez.”
Mukaddes Hile nedir?
Mukaddes Hile, tanım itibari ile isim babası Prof. Parvez Ahmed tarafından Gülen’e yazdığı açık mektupta (Bkz. Open Letter to Fethullah Gülen) kullanılan “Holy Deception” ifadesinin tarafımca yapılmış çevirisidir.
Tevil, takiye, tedbir gibi farklı isimlerle karşımıza çıkan Mukaddes Hile, dini motivasyonla yapılan ve gerçekliği eğip bükmek, farklı hallere sokmak, muhatap tarafından gerçekliğin tam olarak anlaşılmasına engel olmak, konuyu çarptırmak olarak ifade edilebilir. Muğlaklık stratejisi olarak da isimlendirilmiştir (Bkz. Cemaat Hala Neden Varlığını Sürdürüyor? - Ahmet Kuru).
Aynı kavramı karşılayan pek çok ifade olması karşın özellikle ‘Mukaddes Hile’yi seçmemin iki nedeni var. Birincisi, manevi bir motivasyonu ifade etmesi. Diğeri ise aldatmayı açık bir şekilde dile getirmesi. Biraz da rahatsızlık verici bir ifade olması, öyle ya kimse hileci olmak istemez, hele ki dini bir kimlik taşıyanlar.
En yalın ifadesi ile Mukaddes Hile’nin sonucu muhataplarında oluşturduğu güvensizliktir.
Gizlilik paradoksu
Gülen’in en büyük çıkmazı, hem yapı hem de işlev olarak çok farklı olan üç yapıyı (Cemaat, Hizmet, Hizmet Hareketi) aynı anda ve tek noktadan yönetmeye çalışması, bu yapıların aralarındaki geçişkenliği kontrol etmek - diğer bir tabir ile hepsinin birbirine temas etmeden sorunsuz çalışmasını sağlamak - için başvurmak zorunda kaldığı içe dönük gizlilik, Mukaddes Hile olmuştur.
Belki de Gülen’in stratejisi, bu yapıların zaman içinde birbirine evrilerek son tahlilde Hizmet Hareketi’ni sonuç vermesiydi. Fakat uygulamada bu yapılar aynı anda varlığını devam ettirmiş, beklenen evrim gerçekleşmemiş ve süreç hem kuşa hem deveye benzeyen bir hilkat garibesi ortaya çıkarmıştır. Bu evrimin neden gerçekleşmediği ayrı bir yazı konusudur.
Mukaddes Hile aslında içinde bir paradoksu da barındırmaktadır. Şöyle ki, aslında Cemaat bir şeyi gizlediğinde veya bir gerçekliği çarpıttığında sadece sıradan halkı ve kendi tabanını aldatmaktadır. Çünkü devletler hem Cemaat içindeki hem de çevresindeki haber alma birimleri ile zaten her şeyden haberdardır.
Gülen, bilinçli olarak Cemaat içinde devletlerin istihbari geçişkenliğine göz yummuştur ve bunu sohbetlerinde açıkça dile getirmiştir. Bu ‘jest’i devletlerle dost kalma adına ve ‘benden size zarar gelmez’ demek için yapmıştır. Öte yandan başka ülkelerin istihbarat birimleri tüm dünyada Hizmet kurumları ile rahatlıkla bilgi paylaşımı içinde olabilir. Kapınıza gelen bir CIA ajanına ‘bugün git yarın gel’ diyemezsiniz, zaten bu tür kişiler de kapıyı pek çalmazlar.
Öyleyse, Gülen ‘Ben Adil Öksüzü tanıyamadım’ dediğinde kimi yanıltmaktadır? Cemaati mi? Hayır, zaten etrafında bulunan insanların çoğu Öksüz’ü şahsen tanımaktadır. Devletleri mi? Hayır, devletler bu tür adamları annelerinden daha iyi tanırlar, işleri budur. Madem devletlerden bir şey gizlemek mümkün değildir, o zaman Cemaat sırlarını kimden gizlemektedir?
Gizli komitelerle esrarengiz mücadele
Mukaddes Hile’yi zorunlu kılan en önemli etken Cemaat’in siyasete müdahalesi ve devlet içindeki kadrolaşma çabası olmuştur. Zira, bu ikisi de içe dönük bir gizlilik ve dışa dönük bir muğlaklık gerektiriyordu. Sadece sivil alanda kalınsaydı (Hizmet) muhtemelen hileye ihtiyaç da kalmayacaktı.
Gülen’in fikriyatında devlet, kaybedilmiş bir kale gibidir. Birileri gelmiş, Anadolu insanının elinden bu kaleyi çekip almıştır. Gerçek kahramanlara düşen görev de bu kaleye tekrar ‘sahip çıkmak’ dır.
Bunu ‘devleti ele geçirmek’ gibi şablon bir ifade ile anlama çalışanlar yanılmaktadır. Gülen’e göre devlet ele geçirilecek bir şey değil, ama değiştirilecek bir şeydir. Bu düşüncenin arka planı Said Nursi’de de görmek mümkündür; Nursi eserlerinde gizli dinsizlik şebekelerinden, komitacılardan ve oynadıkları oyunlardan defaatle bahsetmektedir. Bu kişilerin Türk soyundan olmadıklarını iddia etmektedir. Nursi, kendi talebelerinin bir tanesi bir yerde bulunuyor ise orayı ‘kendi adına fethedilmiş’ saymaktadır.
Cemaat’in, artık işlerin ‘tıkırında gittiği’ 2008 sonrasında sivilleşme yerine cemaatleşmeye öncelik vermesi, kadroculuk mücadelesinin görünür şekilde sivil inisiyatiflerin önüne geçmesi ve hatta belirleyici hale gelmesi ise bir kırılma noktasıdır. Hizmet bir taraftan dernekler, şirketler, sendikalar vb. ile kurumsallaşırken, Cemaat diğer taraftan derinlere iniyor, kendisi bir siyasi parti olmadığı halde siyasi bir oyun kurucu haline geliyordu. Bu ikircikli tavır ise pek çok kişi için bir problem teşkil etmiyordu.
Cemaat, siyaset oyununu başarıyla oynayabildiği, bu yolla siyasete yön verebildiğini gördüğü an bu gücü daha pervasızca kullanma yolunu seçti. Bu sayede Hizmet’in alanı daraldı, Cemaat’in alanı ise hiç olmadığı kadar açıldı. Cemaat, Hizmet üstünde tam tahakküm kurdu.
Gizlilik kısır döngüsü ve sonuç
15 Temmuz’u planlayanlar, bunun bir Cemaat darbesi olduğunu iknada hiç zorluk çekmediler. Her ne kadar resmi söylem dışında bir izah getireni hapse attılarsa da kendi diskurlarını halka benimsetmek nispeten kolay oldu. Ne de olsa ateş olmayan yerden duman çıkmazdı. Bu kadar gizlilik, esrarengiz işler, kafa karıştıran ilişkiler nedensiz ve boşuna olamazdı. Cemaat, elinde kanlı bir bıçakla cinayet mahallinde yakalanmıştı, bu noktadan sonra cinayeti kimin işlediği sorusu anlamını yitirdi.
Diğer bir sonuç ise, her işi yasal olan Hizmet kurumları, Cemaat’in üstündeki şüphelerden çekindikleri için Mukaddes Hile’ye başvurmaya başladılar. Örneğin, bir Hizmet kurumu yöneticisinin, kurumun Gülen ile irtibatını reddetmesi ve sorulan sorulara yanıltıcı cevaplar vermesi. Bir yalanı örtmek adına başka yalanlar uydurmak gibi garip bir kısır döngüye düşüldü. Bu muğlaklık ve tanımsızlık hissi, Hizmet’e gönül veren insanlarının kamuoyu önündeki temsil yeteneklerine ket vurdu.
Bu kısır döngüyü kıracak en somut öneri Ahmet Kuru tarafından yapılmıştı; Cemaatin kendini feshetmesi. Bu adım hem Hizmetin hem de Hizmet Hareketinin önünü açabilir, toplumda yeniden güven tesisini sağlayabilir, yeni liderlerin ortaya çıkmasını sağlayabilirdi. Anlaşılan Cemaat bırakın kendini feshetmeyi, destekçilerine neden hapiste olduklarını izah edecek kadar bile gerçeklerle yüzleşmek niyetinde değil.
Fakat Cemaat yöneticilerine yönelik sıklıkla dile getirilen şu soru hala cevapsız olarak ortada duruyor; ‘Topluma hizmet için çalışan insanların, toplumdan gizleyecek ne gibi sırları olabilir?’
Kaliforniya Valisi
Twitter: @KaliforniyaVali