Bir önceki yazım Türkiye muktedirlerine dairdi (link), bu yazım Gülen cemaati veya diğer tabirle “the cemaat” muktedirlerine dair olacak. Öncelikli problem şu, tam olarak kim yönetiyor Gülen cemaatini belli değil, en azından taban tarafından bilinmiyor. Cemaat tabanındakiler abilerini, abilerinin abisini vs biliyorlar, ama hiyerarşi açık edilmiş bir şey değil. Mesela tam olarak kimler (genelde emir olarak telakki edilen) “tavsiyelerde bulunuyor” Gülen cemaat okullarının veya kültür merkezlerinin—yeni yerlerin açılması, kapatılması; müdürlerin, çalışanların tayinleri gibi—önemli kararlarında? Üstten gelen “istişare kararlarını” tam olarak kimler veriyor? Zaten artık—çok şükür—Türkiye’de bitmiş olan “hususi hizmet”lerin kararlarını zamanında alanlar kimlerdi? (Bu arada bazı Türki cumhuriyetlerde ve başka birkaç ülkede hala hususi hizmetler yapıldığını duydum güvendiğim bir kişiden, bu duruma şaşırdım ve üzüldüm). Mesela tamam Adil Öksüz TSK imamı ama, kimlerdi diğer kuvvet imamları, veya polislerin veya savcıların abisi? Kim olduğunu bilmediğiniz insanların kararlarına nasıl güvenebilirsiniz?
Bu ilk paragrafı okurken belki bazı okuyucular kafalarında “Her şeye Gülen karar veriyor” düşüncesi ile okumuş olabilirler. Ben bu görüşte değilim, evet Gülen de (Erdoğan gibi) bir “micromanager” (yani her detayı kendi karar vermeye çalışan bir yönetici) ama bu cemaat dediğiniz yapı o kadar büyük ki, tüm kararları kendisinin vermiş olması mümkün değil. Benim edindiğim intiba şu: genelde “büyük ve vazifeli” abiler bir karar alıyorlar, Gülen’in karşısına neden bu kararın iyi olduğunu açıklayan (ve meselenin diğer boyutlarını saklayan) argümanlarla çıkıyorlar, Gülen de genelde ya “uygundur” ya da “siz bilirsiniz” nev’inden bir söz söylüyor. Yani Gülen aslında makam bakımından eski Türkiye sisteminde Meclisten geçen kararları onaylayan bir Cumhurbaşkanı gibi. Ama tabii ki bu durum Gülen’i masum yapmıyor. Gülen her evet dediği yanlış karardan sorumlu. Adil Öksüz’ü evladı gibi bildiği gibi diğer önemli hususi hizmet tepe sorumlularını da çok iyi tanıyor, zaten muhtemelen kendisi atamış.Gülen’in ne kadar sorumlu olduğu konusunda muamma şurada. Ne kadar spesifik bilgi ulaştırıldı kendisine? Ne kadar haberdardı cemaatin güçlü olduğu zamanlarda yapılan soru verilmesi, kurumlara adam aldırılması, adamların ayağının kaydırılması, şantaj, tehdit gibi korkunç suçlardan? Bunu muhtemelen hiç bilemeyeceğiz. Gülen hakkında iyi düşünmek isteyenler “çürük elmalar” olmuş olabilir ama “hocamız”ın bir Allah dostu olarak böyle şeyleri bilmiş ve müsaade etmiş olması mümkün olamaz diyecekler. Hayatlarını Gülen nefreti üzerine kurmuş olanlar da cemaatten birilerinin yaptığı bütün hataların bizzat Gülen’in emriyle olduğuna inanacaklar. Gerçek bence—çoğu şeyde olduğu gibi—ortada, bu iki uç görüş arasında bir yerde. Gülen ne melek ne şeytan. Bence Gülen “kendisini inandırmış” birisi.
Gülen neye inandırmış kendisini? “Altın nesil” arasında olduğuna, Türkiye ve dünyanın umudu olduklarına, bütün bu süreçten sonra hala ayakta kalacaklarına; çünkü Hz. Peygamber izinde ve doğru yolda olduklarına. O yüzden kendisinde (“kandırıldık” veya yeterince iyi kul olamadığımız için başımıza bunlar geldi gibi saçma argümanlar haricinde) zerre kadar bir özeleştiri göremiyoruz. Gülen’in kendisini kandırmış olmasından daha acı tarafı etrafındakileri kandırmış olması. Belki bunu bilerek yapmıyor ama ortada olan durum şu. Diyorlar ki: hayatını ibadet-ü taat ile geçiren, hayatının büyük kısmı etrafındaki insanlar tarafından görünebilen, konuşurken hep Allah, Peygamber diyen birisi nasıl bu kadar kötü olabilir? Bunu diyenler, şunu göz önünden kaçırmayın lütfen: Afganistan’ın köylerinde Hizbullah mensubu, hiçbir kötü işe ve şiddete bulaşmamış ve gününün belki Gülen’den daha fazla miktarını ibadet ve dua ile geçiren; alınları, ayakları namazdan nasır tutmuş insanlar var. Onların görüşlerini de beğenir, kararlarını doğru görür müsünüz sırf ibadetleri çok diye? Dolayısıyla Gülen “mübarek” dolayısıyla “iyi” demek hiç sağlam bir argüman değil. Yanlış anlaşılmasın, ben Gülen’e ne kadar kızsam ve hatalı görsem de ondan nefret etmiyorum. Hatalarına rağmen ahirette Rabbim Gülen’e de—diğer tüm insanlar gibi—rahmeti ile muamele etsin diye dua ederim. Yine de düşüncelerimi hiçbir filtreye tabii tutmadan yazıyorum. Görüşüme göre—kısacası—Gülen kendisini ve etrafını çok iyi kandırmış birisi. Dual bir hayatı var, bu dual hayatı belki milyonlarca mensubu olan bir cemaatin ruhuna işleterek patlayacak bir bomba koydu ortaya, bu bomba da siyasal islamcılar tarafından zalimce patlatıldı. Olayın özeti budur herhalde.
Peki Gülen haricindeki muktedirlere dair ne denilebilir? Benim hiçbir zaman cemaatte bir “görevim” (yani hadimlik gibi, maaşını da cemaatten alan görevler) olmadı ve hiyerarşide kim ne yapar bilemiyorum. Twitter’dan görüyorum kimileri Mustafa Özcan’a, kimileri Mustafa Yeşil’e, kimileri Cevdet Türkyolu’na saydırıyor ve kötü işler yaptıklarını söylüyor. Bilemiyorum. Şurası kesin; kesinlikle birileri var bu kötü işleri planlayan, en azından izin veren. The cemaat mensuplarının asıl kızmaları gereken kişiler onlar, ama trajediye bakın ki onların kim olduklarını bile bilmiyorlar.
Ben aslında bu pis işlere karışmadıklarını düşündüğüm ve nispeten daha iyi tanıdığım diğer tür abilere bir eleştiri yöneltmek istiyorum. Mesela İsmail Büyükçelebi, Denizli’li bir Anadolu insanı; hayatının ortasına çok ibadeti ve tecvid ile Kuran okumayı koymuş birisi. Uzun yıllar önce Pittsburgh’a sohbete geldiği zamanlarda iki defa evimizde misafir ettik kendisini. Ben İsmail Büyükçelebi’nin cemaatin problemli taraflarıyla bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Mesela Ahmet Kurucan, yine yıllar önce verdiği sohbetlerden sonra şahsen tanıştığım birisi. The cemaat içinde aslında yeniliğe ve modern dünyaya en açık (dolayısıyla çok nadir görünen “entelektüel” diyebileceğimiz) abilerden. Ben Ahmet Kurucan’ın da pis işlere karışmış olmasına ihtimal vermiyorum. Yine şahsen tanışmadığım ama tanıyanlardan duyduğum kadarıyla benzer şekilde cemaatin sadece “ibadet vs” tarzı işleriyle alakadar olan başka abiler de var. Onlara seslenmek istiyorum. Abiler, artık vaktidir, bildiklerinizi anlatın. Biraz cesur olma vaktiniz geldi de geçti bile. Bu cemaatin artık bir geleceği yok; cemaati bir arada tutmaya çalışmanız ve bunun için bildiklerinizi saklamanız çok yanlış. Her şey dökülsün ortalığa. Size yakışan “gerçek manasıyla” bir özeleştiri yapabilmek ve yıllardır teşrik-i mesainiz oldu diye kıyamadığınız problemli kararları veren problemli kişileri açıklamaktır.
Bu bahsettiğim abilerin çoğunun ana problemi bence bir “aşk körlüğü.” Gülen’e olan aşk derecesindeki sevgilerinden her şeyi içlerinde tevil ediyorlar ve onlar da kendilerini kandırıyorlar. Bu sadece bu büyük abilere has değil, cemaatin her seviyesinde olan çoklarında var. Ben işte o yüzden “Gülen idolünün yıkılmasının” çok elzem olduğunu düşünüyorum. Meseleye objektif ve açık görüşlülükle bakabilmek için bu bir gerek koşul. Gülen idolü Gülen öldüğünde zaten yıkılacak, ama o hayattayken—ne yazık ki—bazı insanlar için bu idolün yıkılması imkansıza yakın gözüküyor.
Artık kabul edelim. Güzel şeyler yaptı the cemaat, hem de çok ama çok güzel şeyler yaptı. Ama içine irin karışmış güzel bir şutu kimse içmez. Bu iş bitti. Biteceği çok önceden belliymiş de zaten; ben kendime çok kızıyorum neden bu kadar geç fark ettim diye. Cemaate tamamen dışarıdan bakanların aksine, o yüzden empati yapabiliyorum hala bu işin bittiğini fark edememiş olanlara. Çünkü ben de bir zamanlar onlardandım. Etrafımdaki iyi insanlar var deyip “yanlış hüsnü zan” yaptım, hataları görmedim, halbuki yapmam gereken “adem-i itimat”mış. Şimdi aklım ve vicdanıma uymayan hiçbir şeye itimat etmiyorum. Eski hayatımı da zamanında sevmiştim, ama şimdiki hayatımı daha çok seviyorum. Hayat ileri bakarak yaşanır, geriye bakarak anlaşılır demiş Kierkegaard. Anladıklarım ve önümdeki fırsatlarım için Rabbime şükrediyorum. Anladıklarımı (aslında anladığımı zannettiklerimi) anlatmayı da bir hobi olarak yapıyorum, dediklerime itimat etmek zorunda değilsiniz. Aklınıza yatarsa alın; yatmazsa ister çöpe atın ister karşı argüman getirin, medenice tartışalım.
Hasılı, Ahmet Kuru’nun uzun süre önce dediği gibi yapılması gereken the cemaat hiyerarşisinin kendisini lağvetmesidir. Elbette ki yapmayacaklar, ama biz yine de doğru bildiğimizi söyleyelim ve üzerimizden mesuliyet kalkmış olsun.
Sonraki iki yazım ortalama Türkiye halkına ve ortalama the cemaat mensuplarına dair olacak. Sonraki yazılarda buluşmak üzere.
İsa Hafalır