İslamda Reform Olur mu, Olmalı mı?

Bence evet ve evet. Bu yazımda bunu açacağım. Öncesinde şunu belirtmeliyim. Ben ne bir ilahiyatçıyım, ne islam tarihi uzmanı, ne sosyolog, ne de bir entellektüel düşünür. Ben kendi halimde bir iktisatçıyım. Ama okuyan, dinleyen, tartarak düşünen ve kafasının çalıştığını düşünen bir insanım. Dediklerim kendimi bağlar; okuyucu bu da bir fikir diye kendince tartar; aklına yatarsa katılır, saçma bulurlarsa kenara atar.


Bir tweet’imde şöyle yazmıştım: “İslamın “geliş”inin insan ürünü olduğuna inanmıyorum ve hâlâ müslümanım. İslamın “gelişim”inin insan ürünü olduğunu—dolayısıyla hatalı olabileceğini—anlayınca hem islama bakışım değişti, hem de islamın çağımıza adapte olup ona katkı ve mana sağlayabileceğine dair inancım oluştu.” Şimdi bu düşüncemi açmanın zamanı.

Öncelikle birazcık İslam tarihi okuyup Hz. Peygamber’in vefatı sonrasında sahabelerdeki ve aralarındaki problemleri (birkaç örnekle yetineyim; halifelerin seçilmesi sırasındaki tartışmalar, Hz. Osman’ın—kimilerine göre yaşlılığından, kimilerine göre Mervan’ın etkisinden—kendi sülalesine kaba tabirle kıyak geçip diğer müslümanları kızdırması, en çok hadis rivayet eden Hz. Ebu Hüreyre’nin hadislerinin ilk zamanlardan beri tartışılması, Hariciler diye bir grubun hamile kadınları göbeklerinden kılıçla öldürebilecek derecede vahşilikleri, Hz. Aişe ve Hz. Ali’nin arasındaki problemler, Muaviye’nin yaptığı sinsilikler vs) görünce, sonra Emeviler ve Abbasilerin hükümdarlığı sırasında dinin içine katılanları anlayabilince, bende bir aydınlanma oluştu.

Şuna kanaat getirdim. İslam, geldiği haliyle, aslında bir güzel buz kristalı gibiydi, ama o buz kristali zaman içinde karda yuvarlana yuvarlana, üstüne karları biriktire biriktire büyüdü ve önümüze sunulan haliyle güzelliği çok azaldı. Her gelen asır o katmanlara çok şeyler ekledi, onlardan az şeyleri çıkardı. Bazen iyi şeyler eklendi ve kötü şeyler çıkartıldı, ama çoğu itibariyle kötü şeyler eklendi ve güzel şeyler çıkartıldı. Bu eklemeyi çıkartmayı yapanlar o zamanın “insan”larıydı, hiçbiri peygamber değildi, Allah’la direk bir bağları yoktu. Belki çoğu iyi niyetle—ama bazıları çıkar gibi kötü niyetlerle—yaptı bu değişiklikleri. Değişiklikler o çağa hitap ediyordu. Aslında her yeni çağla o eski katmanlardan kurtulunup yenilerinin koyulması gerekiyordu; ama yapılmadı, üstüne eklene eklene gereksiz bir şekilde büyütüldü.

“Ehl-i sünnet vel cemaat,” dediğimiz oluşum “ümmetim dalalette birleşmez,” “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri hariç hepsi cehenneme gider” gibi değişik sahihlikteki hadisleri kullanarak, hem yapılan içtihadların “doğru” olduğunu, hem de o cehenneme gitmeyecek olan o tek fırkanın kendileri olduğunu iddia ederek bu “geliştirdikleri” islamın aslında Allah’ın “emri” olduğunu söylemiş oldular, toplum da bunu sorgulamadı. Aslında geliştirme ve reformdu bu yaptıkları. Her yeni asra dair bir şeyler demesi bekleniyordu dinin, ve onlar da kendilerince diyorlardı. Problem o denilen şeylerin dinin kendisi olduğu varsayımı ve sonraki zamanlarda da sorgulanmadan üzerlerine yeni şeylerin bina edilmesiydi.

Kısacası dinde reform hep oldu zaten, olması kaçınılmazdı (mesela Sünnilik, Şiilik; Maturidi, Eşari, Mutezile ekolleri; Ehl-i sünnet cemaat, mezhepler, Alevilik, Sufilik, tarikatların, tarihselciliğin vs oluşması reform değildi de neydi?) Şimdi de olacak, olmaması mümkün değil. Ama bu reform elimizdeki büyük kartopu üzerinden yapılırsa sadece üzerine bir katman daha eklenmiş olacak. Bence yapılması gereken İslam’ın özüne dönüş yapmak, o kristalin üzerindeki karları (hepsini atalım demiyorum, atmak da mümkün ve güzel değil zaten, ama) “kutsamamak”tır. Mesela faiz; faizsiz bir ekonomik düzen şu çağda mümkün değildir; faiz gereklidir ve değişik açılardan yararlıdır aynı zamanda (bu benim akademik uzmanlık alanım), dolayısıyla “riba” faizin karşılığıdır deyip (aslında mana bakımından tefeciliğin karşılığı bence) faiz haramdır derseniz, bu çağa hitap etmemiş olursunuz. Bence islamın katı bir şekilde kurallarını belirlemenmesinin aksine; esnetilmesi, saflaştırılması, basitleştirilmesi gerekiyor, bir de bireyselleştirilmesi (buna son paragrafta tekrar değineceğim).

Bir diğer önemli mevzu da şu. Bence islamın özü de aslında bir “sonuç” değil, “yön” gösteriyordu. Mesela islam köleliği ve çok eşliliği kaldırmadı; ama zorlaştırdı. Bence bu asrın fıtratına göre bunların kalkması gerekiyor. İslamın özünde kalkması zorunlu tutulmadı, o yüzden şimdi de yapamayız dersek yirmibirinci asrı altıncı asır gibi yaşamak istiyoruz demektir. Dolayısıyla islamın özü derken çok öz olan değerlerini—tevhid, barış, adalet, özgürlük gibi—düşünmek gerektiğini, ve geri kalanlarından bazı kısımlarına tarihselci bir bakış açısısının gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak, islam tarihi boyunca her şey mi kötü oldu? Elbette ki hayır. Yunus Emre, Mevlana, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşi Veli gibi insanlar “gönül”ü; Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd gibi insanlar “akıl”ı önceleyerek çok önemli şeyler ortaya koydular. Nasıl hala Eflatun’un, Aristotales’in fikirlerinden faydalanıyoruz, o kişilerden de faydalanmak lazım. Şuna dikkat etmek lazım gerçi: bu değerli insanların—kraldan fazla kralcı olan—takipçileri tarafından ortaya koyulan ve yine bir kartopu gibi büyütülen ekoller ve gruplar içlerinde problemli çok kısım barındırabilirler. Dolayısıyla bu kişilerin de söylediklerinin özlerine bakmak lazım.

Bu dünya, kainat ve yaşam ne salt akıl ile, ne salt gönül ile anlaşılabilecek bir yer. İkisi de lazım. Bu kainatı ve yaşamı anlamak lazım. İslamın hem gelişinde, hem gelişiminde getirdiği çok güzel şeyler var; ama seçici olmak lazım. Ben kendi adıma islamı bir amaç yapıp kutsayacağıma, islamı “gerçeğe” ve “Yaratıcı”ya ulaşmak için bir araç olarak kullanmaya niyet ettim. Bir islam tanımı yapıp herkesi bu islama çağırmıyorum, bence herkes kendi islam tanımını kendi yapmalı (islamın bireyselleştirilmesinden kastım bu.) Bence “doğru islam’’ diye bir şey yok, herkesin “kendine göre doğru bir” islamı var.

Ben böyle düşünüyorum, sizi bilemem.

İsa Hafalır
Twitter: @isaemin 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski