Seküler İnsanların Camiada Ne İşi Vardı?

Üçüncü yazımıza vira Bismillah... Birinci yazıdan sonra çok sevdiğim bir arkadaşımın tavsiyesiyle bu konuyu yazıyorum. Bu yazıda seküler (Seküler:toplumda ahiretten ve diğer dinî, ruhanî meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanan kişi) insanların zamanında camiaya meyletme sebeplerini kendimizce sıralamaya çalışacağız. Diyanet Camii görevi ve öğretmenlik geçmişimden gelen saha deneyimlerim ve bilgilerimi bir tür paylaşma arzusu. 

Hoca Ahmet Yesevi ve talebelerinin Turk milletini müslümanlaştırma olgusunun sandığımızdan daha derin bir organizasyon ve akıl taşıdığını düşünüyorum. Özellikle tecrübelerimden sonra. Bu büyük aklın neticesinde her Türk kalbinde biraz iman taşır vakıası yüzyıllardır devam etmektedir. 52 yıldır her gün şarab içen bir abi baktım bir Ramazan sabahı namazda camide. Sahurunu yapmış, iftara kadar daha içmeyerek üç gün oruç tuttu. Yetmişli yıllarda Renault fabrikasındaki işçi eylemlerinde şarteli indirenlerden birisi aynı zamanda. Bu ve benzer hikâyeler yaşamam sonucunda vardım yukarıdaki yargıya. Hoca Ahmet Yesevi ve erenleri iyi çalışmışlar.

Seküler insanların zamanında 'cemaat'e ya da diğer tarikatlar ve dine yönelmelerinin ilk sebebini burada aramak lazım. En iddialı muannitler bile kendilerine hoş bir üslupla yapılan yönlendirmelerden etkilenir. Ve zaten içlerinde var olan yüzlerce yıllık hissi harekete geçirirler. İlk etken bence budur.

Gayet dünyevî yaşayan insanların hayatında dağınıklık olabilmektedir. 

Öğrenciliğimizden biliriz, alkol, hovardalık, kumar gibi alışkanlıklar sonucu ortaya çıkan bohem hayatlar. Kimse memnun değildir bundan. Ne kadar seküler olursa olsun anne-babalar, insanın kendisi. Bu yaşam tarzından kurtulma isteği oluşur. Bu noktada bir alternatif olarak dine yönelim ortaya çıkar. Her sınıfta bulunan 'abi'lerden birisi bu arkadaşı yakalar.

Bazen de gönüllü olarak gider. Zaten öncesinde illa bir yerde cemaatçilerle yolu kesişmiştir. Dersane, akraba, okul ortamlarında. Çıkış aramaya başladığında aklına gelen ilk yer olur 'cemaat'.

Bu noktada tabii geleneksel din dilinin korkunç gericiliği ve iticiliği karşısında cemaatin 'herkesi olduğu gibi' kabul eden yaklaşımı cazip gelir. Tabii aslında herkesten daha bağnazdır camia, ama adam kazanmak için taktiktir bu. Keşke gerçekten herkesi olduğu gibi kabul etselerdi.

Bohem hayat tarzından kurtulma isteği de ikinci etken.

İnsanların içinde iyilik yapma hissi vardır. Bazen karşıdakini ezerek ama bazen de samimi iyilik yapma arzusu her insanda vardır. Camia bunu harekete geçiriyordu. Seküler bir esnafsınız. Ufak bir yardım yaptınız. Bunun size tüm dünyayı değiştirecek bir iyilik hareketi gibi anlatılması. Bir komşuya vereceğiniz basit bayram harçlığıyla "şirket-i maneviye"ye ortak oluyor ve milyarlarca liralık sevap havuzundan pay alıyorsunuz. Bu da içinizdeki iyilik yapma güdülerini şımarttıkça şımartıyor.
Bu da üçüncü etken.

Okul ve dersanelerin başarısı seküler bir işadamının çocuğunu o kuruma vermesine yol açıyor. Sınırsız ilgi alaka hem öğrenci hem de veliye. O ilgiyi gösteren insanlar gerçekten samimiler ve kim ilgiye hayır diyebilir. Bir müddet sonra da çocuğun davranışlarında pozitif bir gelişme olunca artık seküler bile olsa teslim olur. Bu da dördüncü etken.

Hristiyanlıkta bulunan haftada bir günah itiraf edip papaza yardım verip temizlenme isteği insanda evrensel bir duygudur. Her insan ister; yani böyle kolay olsun hem bu dünya hem de ahiret sağlama alınsın. Cemaatin bu duyguyu, üstler tarafından bilinçli taban tarafından istem dışı, kullandığını düşünüyorum. Yine hristiyanlıkta bulunan Hz. İsa'nın insanlık adına kendini feda ettiği inancı da insanın evrensel keyfine uygundur. Birisi bizim adımıza ibadetleri yapsa da biz parasını versek duygusu da aynı şekilde. İşte camia direkt ya da davranış şekliyle dedi ki; ne günah işlerseniz işleyin himmeti veren kurtulur, sizin bu hizmeti sevmeniz bile kurtulmanıza yeterli gerisini abiler, ablalar yapıyor zaten rahat olun. Kişisel sorumluluğu ve ahiret hesabının şahsiliğini sıfırlayan bu anlayış kalabalıkların hoşuna gitti. Zannımca sekülerlerin biraz daha fazla. Tabii bu anlayış sadece camiada değil geleneksel dinin hepsinde var ve başka başka yazılar konusu. Bu da beşinci etken.

Son olarak gayet somut anlaşılabilir dünyevî bir menfaat elde etme durumu. Bir arkadaşa; senin aklen ve ruhen cemaatçilikle alakan yok orada ne işin var? dediğimizde "iş hazır, eş hazır daha ne isteyeyim" diye cevap verirdi. 28 Şubat süreci ilahiyat ortamındayız bu arada, bizim için memur atanmak neredeyse yasakken söylenmiş sözler.

Herhangi bir çıkar için; işadamı ise cemaat networkünü kullandırma, orta sınıfsa çocuğuna iş bulması. 15 Temmuzdan sonra cemaatte talebe sorumluluğu yapmış bir arkadaş söyledi; memur olma garantisi veriyorlarmış öğrenci ve ailelere. Acaba nasıl?!! Bu da altıncı etken.

Son ve yedinci etken olarak mutlaka duygularıyla hareket eden bir toplumdan bahsetmeliyiz. O duyguların en güçlüsü de vatan ve din duyguları. Vatan ve din diyanet sömürüsünün zirvesi Türkçe Olimpiyatlarını hatırlamak yeterli bu bahiste. Ve hangi fani Anadolu çocuğu bu ikisinden birinden yakalanmaz. Seküler isek vatandan dindar isek diyanetten tutulduk hepimiz.

Önemli bir nokta: 15 Temmuzdan sonra camia vesilesiyle dine yönelen bazı insanlar da bir boşluk oluştuğunu görüyorum. Bence hayatın doğal akışı olarak görmeli ve vesile olan cemaate bakmadan yollarına devam etmeliler. Asıl olan değişmedi yerinde duruyor. İmanımızı daha da sadeleştirmek ve özüne döndürmek için hepimize bir fırsat belki de bu süreç...

Aslında burada saydığım ve sayamadığım etkenler bir şeyi daha gösteriyor. Bu işi kurgulayanlar toplumumuzu çok iyi tanıyordu. Ve bence FG ve çevresi bu çapta değildi. Bir dahaki yazıda görüşmek üzere, hayırlı Ramazanlar…

Hasan Hüseyin Cebeci 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski