Atlanta Olayının Gülen Yüzü

2 Temmuz’da Ahmet Dönmez ‘in ortaya çıkardığı Atlanta’daki iflas olayı the cemaatin ve bir kısım sevenlerinin gündemini meşgul ediyor şu sıralar. Ahmet Dönmez yine kendine yakışır bir kalitede gazetecilik göstererek başka hiçbir cemaate yakın (veya ex-cemaatçi) gazetecinin veya önde gelen insanın konuşmadığı bu önemli meseleyi insanların gündemine soktu. Bunun bir “nitelikli dolandırıcılık” olduğunu Ahmet Dönmez gayet makul bir şekilde izah etti bence. Asıl mesele bu olaya karışanlardan birinin the cemaat eski eyalet imamı olması. 

Taraflar bu mesele kamuya mal olduktan sonra -hiç adet olmamasına rağmen- açıklama yapmak zorunda kaldılar. 15 Temmuz’dan sonra the cemaatin içindeki kaotik ortamdan yararlanan bir kısım kötü aktörlerin böyle işlere kalkışması aslında anlaşılabilir. Bana ilginç gelen bir detay da ilgili şahsin Türkiye’de iken yine bazı dolandırıcılık olaylarına karışması, mesela Gaziantep’teki the cemaat üniversitesinin kurulacağı arazinin etrafındaki arsaları kelepire kapatması gibi. Bu tabii ki buz dağının ortaya çıkan kısmı. Bundan anlaşılıyor ki, bu şahıs veya benzer the cemaat imamları uzun seneler dolandırıcılık yapmışlar ve muhtemelen bir kısmını da himmet etmişler bu paraların. Zaten tüm himmet/burslar kayıt dışı olduğundan paranın kaynağını soranın olmaması da gayet normal. 

Ahmet Dönmez, Gülen’in kendisine bu haberin aktarıldığını ve “Siz önce kendi arkadaşlarınızı terbiye edin!” diye cevap verdiğini aktardı. Sonra AFSV açıklama yaptı (Bir de olayın ironik tarafı geçmişte nerdeyse herkesin konuştuklarından haberdar olan the cemaat, bknz. Fuat Avni, kendi has dairesindeki konuşmasını bir gazeteciye sızdırmış). Her neyse, zaten bu başlığa bakıp yazıyı okuyorsanız, olayı öğrenmişsinizdir. 

Sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla pek çok the cemaate sempati duyan insan bu dolandırıcılık vakasına itiraz ediyor. Bir acıdan bu mesele insanların hakikati görmesi bakımından hayırlı olabilir. Aynı Matrix II’de Neo ile dövüşen düşmanlarının Neo’nun elinden bir damla kan döküldüğünü görüp “O sadece bir insan” demeleri gibi. Yani “abiler” de sistematik bir şekilde suç isleyebiliyorlarmış. Ama öte yandan bence bu “nitelikli dolandırıcılık” vakası çok da mühim bir mesele değil. 

Ortalama bir cemaatçiye “vay efendim sizin neden TSK imamınınız var, neden askeri okullara giriş sınavı soruları çalındı” diye sorduğunuzda “Türkiye’yi Norveç zannetme ey gafil, zaten herkes yapıyor bu tarz işler” cevabını alırsınız. Tabii ki bu bir hayalden ibaret, her cemaatin TSK’da the cemaat gibi bir hiyerarşik yapılanması yok vs. Ama bence bu tarz bir cevap dolandırıcılık için gayet geçerli. Buradaki önemli husus bu dolandırıcılığın Gülen ile olan ilişkisi. Şu ana kadar ortaya çıkanlara baktığımda the cemaatin kurucu CEO'su olan Gülen ile herhangi bir bağlantı kurmak mümkün değil. Ali heyet ile bazı ilişkiler kurulsa bile asıl mesele Gülen’de bitiyor bana kalırsa. Gülen’in kendi hayatına baktığımızda paraya hiç tamahı olmadığını da görebiliyoruz (tüm tamahını güç elde etmeye yönlendirmiş). Dolayısıyla the cemaatin içinde Gülen’e rağmen bazı dolandırıcılıkların olması, hayatın olağan akışına aykırı değil. The cemaatin hiyerarşik yapılanmasının çoğunluğunun Gülen’in öğretisi doğrultusunda dolandırıcılık yapmadığı çıkarımını yapmak bana makul geliyor. Yani hiyerarşinin çoğunluğunun “masa, kasa, nisa” diye adlandırılan ilkeler doğrultusunda bir hayat yaşıyor olmalarını farz edebiliriz. Peki, problem nerde? 

Örnekleri kendinden bir “istihbarat örgütü” 

Artık herkesin malumu olduğu üzere the cemaat TSK-Emniyet-Yargı vs. gibi kurumlara imamlar atamıştı. Bu imamlar kurumlardaki “arkadaşların” takibini yapmakta, üstleri ile istişareye girmekte ve bu hiyerarşik yapılanma Gülen’e dayanmaktaydı. Bununla birlikte bir de the cemaat içindeki “tedbir” meselesini birlikte düşünün. Mesela TSK imamı olan şahıs, kuvvet imamları ile istişareler yapıyor ve doğal olarak bu istişare sonucunda birtakım notlar alıyor. 
Adamcağızın tüm notları ezberlemesi de mümkün değil, e peki Pensilvanya’ya giderken bu notları havaalanından nasıl geçirecek? Bazen de -mesela Yargıtay örneğinde öğrendiğimiz üzere- bir takım dosyaların önemine binaen direk Gülen’e ulaştırılması icap ediyor. Tedbirin kitabını yazmış bir yapılanmanın bu konuyu es geçmesi düşünülemezdi, nitekim de es geçilmemiş. Atatürk havalimanında tam da bu vazife ile vazifelendirilmiş cemaatçinin itiraflarından öğreniyoruz kurulan sistemi. 

Bu bahsettiğim havalimanı imamının ne iş yaptığını kendi ifadesinden okuyabiliriz. 

“Havaalanına bilgi taşıyacak kişinin uçacak yolcuyla buluşturulması gerekiyorsa, bu şahsın üzerinde başka bir kimlik olması sağlanır. Havaalanındaki istihbarat elemanıyla irtibat sağlanır. Bu irtibat kesinlikle dijital bir aletle olmaz. Bir iki gün öncesinden trafiği kuracak kişi tarafından havalimanı istihbarata, irtibata geçilecek kişinin havaalanına geleceği yer, nokta, saat ve tarih olarak söylenir. İrtibatın mesai saatleri içerisinde olması sağlanır. Daha önce belirlenen noktada istihbarat irtibat elemanı, gelecek kişinin kimlik bilgisini bilmez ama gelen kişi bilir ve o gelene, irtibat elemanıyla ilgili bir tanıtma yapılır. Bu tanıtım neticesinde gelen kişi bekleyenle buluşur. Eğer bekleyenin havaalanındaki etkinliği yüksek ise terminal ana giriş güvenlik kontrolüne tâbi tutulmadan ön terminal pasaport öncesi salona alınması sağlanır. Kesinlikle sabit kameranın almayacağı yerlerden geçilmesi sağlanır, yani yolcu kontuar önleri, tuvalet girişleri gibi yerlerde bekleme yapmaz. Eğer bir yolcu transit alanda (hava tarafı, pasaport kontrolünden sonra geçilen yer) buluşturulacaksa, irtibat da dış hatlar güvenlik görevlisi ise personel apron kartıyla geçilebilecek yerlerde, pasaport yabancılar görevlisi ise pasaport kontuarlarında eşlik edilen kişinin havaalanı tarafına geçişi sağlanır. Pasaport sonrasında daha önceden belirlenen sabit kameraların olmadığı kafeler ve bekleme salonları tercih edilir.” 

Yani kısacası bir istihbarat örgütü gibi çalışan bir cemaatten bahsediyoruz. Bu arada, bu meselenin konuşulduğu Cüneyt Özdemir – Hanefi Avcı röportajı da çok aydınlatıcı. 

“Vay efendim böyle delil mi olur, faşist devletin işkence altında aldığı itiraflar bunlar” diyorsanız, artık size söyleyecek bir sözüm yok. İsterseniz bu konunun ortaya çıkması için altında Gülen’in ıslak imzasının bulunduğu “Bundan böyle hususi havalimanı imamlığı kurulacak” belgesini bekleyebilirsiniz. 

Sonuç 

Ahmet Dönmez'in yazılarında izah ettiği gibi the cemaatin bazı yöneticileri dolandırıcılık suçu işlemişler. Ama bu, her cemaat veya tarikatta olabilecek bir mesele. Çünkü görüldüğü kadarıyla, bu mesele the cemaatin kurucusu Gülen tarafından tasarıma dahil edilmiş değil. Ama öte yandan yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi the cemaat bir istihbarat örgütü gibi çalışmış (devlet içinde kurulan paralel yapılanmaya burada girmiyorum zaten). Ve bu bizzat Gülen tarafından tasarlanmış, idare ve sevk edilmiş durumda. Ve the cemaati asıl tehlikeli kılan husus da bu. 

Berk Ateş 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski