KHK, Korku, Din ve Birey Olabilme Üzerine

Korku kültürü üzerine..

Anılarını sonradan yazıya döken emekli bir hemşire, ölmekte olan hastalar ile yaptığı konuşmalarda, hastaların geçmişe yönelik en büyük pişmanlıklarının korkuları olduğu sonucuna varmış, tekrardan önlerinde uzun bir yaşam olacağını bilseler hiçbir şeyden korkmadan yaşayacaklarını belirtmişler.

Bir KHK’lı olarak üzülerek söylemek istiyorum ki hayatımda gördüğüm en pasif, en korkak grup KHK’lılardır. Dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir şekilde 120 bin küsur insanın yaşama, çalışma, seyahat hakkı gibi en temel hakları ellerinden alınıyor. En ufak bir itiraz ve hak arama teşebbüsü bile yok (eskiden farklı mahalle olarak gördüğümüz sol kesim hariç.) Peki bu korku kültürünün sebebi ne olabilir?

1) Başımıza gelen kötü olaylar: ihraç, cezaevi, dışlanma vb.

2) Çoğumuzun yetiştiği pasif aile ortamı, yanlış da olsa büyüklere itiraz edilmediği, muhafazakâr, milliyetçi yetiştirilme ve sorgulamadan inanılan dogmatik din anlayışı..

3) Çoğumuzun eskiden dahil olduğu veya sempati duyduğu, içerisinde sorgulamanın, eleştirinin mümkün olmadığı, kurallara uymadığımız takdirde hem dünyanın hem de ahiretin kaybedileceği korkusu olan bir kült yapı..

4) Kaybedecek daha çok şeyimizin olduğu inancı..

Bu liste uzar gider, peki sizin korkunuz ne, siz neden korkuyorsunuz, geçenlerde kendi hesabımdan hafiften hükümeti eleştirici bir paylaşım yaptım hakaret vs yoktu tabi, paylaşımı gören bir devrem hemen mesaj attı: “aman devrem kaldır paylaşımını yapma etme.” Tabi ki kaldırmadım, 4 sene oldu başıma gelebilecek çoğu şey geldi zaten daha neden korkayım bi ölüm kaldı geriye, 4 senedir daha hâlâ mesleğe dönüş hayalleri kuran, alacağı tazminatı hesaplayan tiplerden bıktım artık. Bu kafayla kimse mesleğe falan dönemez hayal hepsi, hak verilmez alınır. Peki bizi hak aramaktan korkutan şey ne şu 4 yıldır şöyle bir şey olsaydı mesela 100 bin kişi Ankara’da yürüseydi, bence her şey farklı olurdu, olanlara anlam veremiyorum. Bir tabirle bu ölü toprağı serpilmişlik hâli nedir bilemiyorum..

Dini konularda hangi kuruma güvenilmeli?

Kendi kendime düşünürken kendimi büyük bir çıkmazda hissettim. Ülkemizde bir insan dini anlamda bir sorusu olsa, bu soruyu nereye sormalı ki tam anlamıyla cevap bulabilsin?

İlk olarak aklımıza Diyanet İşleri geliyor tabi ki, ancak malumunuz diyanet tamamen siyasi bir kurum olduğundan dini temsil etme yeterliliği yoktur uzun uzadıya yazmaya gerek yok, aksini iddia eden varsa buyursun..

Peki cemaatler, tarikatler.. tabi ki cevap aynı, her cemaat veya tarikat dini kendi yorumuyla yaşadığından ve pek çoğu kendileri haricinde doğru tanımazlar ve cenneti bile kendi üyelerine layık görürler!

Başka kurum kalmadı.. din deyince (islam dini) akla tek yazılı belge olarak Kuran-ı Kerim geliyor, peki kurana bakalım o zaman, orjinal dili arapça. E arapça bilmiyoruz, mealine veya tercümesine bakalım, peki kuran mealleri tüm kainatın yaratıcısının indirdiği kitabın tam anlamıyla karşılığı olabilir mi? Mümkün değil, peki tefsir okuyalım o zaman, ama kimin tefsiri? Elmalılı tefsiri mi.. İbni Kesir tefsiri.. Said Nursi tefsiri..? Hangisini okumak en doğru? Kesin bir cevabı var mı? Ben bulamadım şahsen, kesin ve net olarak hangisi doğru..

Peki bazı alimlerin dediği gibi en doğrusu ehli sünnet inancı diyen olursa, peki kimdir bu ehli sünnet, bunları denetleyen kim, düsturları ne? Kuran ve hadis diyenler olacaktır, Kuranı yukarda yazdım, hadislere ne kadar güvenilir?

Abuk subuk hem akla hem mantığa aykırı bir çok hadis var, hem de en güvenilir hadis alimi denilen Buhari'nin kitabında (deve sidiği mevzusu gibi..) veya kudsi hadis denen bir mevzu var madem ki kudsi hadis var yani yaratıcı ağzıyla söylenen bunlar neden kuranda değil?

Peki bazı alimlerin dediği gibi düşünecek olursak şöyle diyelim "Allaha ulaşacak sayısız yol var, hangisinden gidersen doğrudur, sonuçta seni Allaha çıkarır." Yani yukarıda yazdığım tüm alternatifler doğru kabul edelim, peki o zaman Din dediğimiz kurum ne oluyor? O zaman din de mutlak bir yol ve mutlak bir doğru yok, olmadığı için de İslam dini paramparça mezhepler, tarikatlar vs..

Ben bir sonuca ulaşamadım, he bir de yanlış anlaşılmasın insanları deizme falan yönlendirmiyorum, ben deist değil müslümanım ama bu sorulara da cevap arıyorum, ne kadar doğru bilmiyorum ama bence bu konuda herkes bireysel olarak karar vermeli derler ya, herkesin dini kendine.

Şahsen ben başımıza gelen bunca sıkıntının dinin çok fazla yoruma açık olması ve mutlak doğrunun olmaması yüzünden başımıza geldiğini düşünüyorum, sonuç olarak iki tane dini kendine göre yorumlayan grubun çatışması yüzünden bu durumdayız, sorsan ikisi de haklı olanın kendisi olduğunu düşünüyor, kendilerinin cennetlik karşı tarafın da cehennemlik olduğuna inanıyor..vs..

Karl Marks gibi "Din afyondur" mu demek gerekiyor, ya da laiklik ilkesi gereği tamamen din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması mı gerekiyor? Veya dinde reform mu gerekiyor..

Bilemedim... Bilen varsa yazsın..

Birey olabilmek..

İnsan olmanın en temel amacı birey olabilmektir. Peki ne demektir bu birey olabilmek? Bireyleşme kendi yolundan yürümek ve o yolun tüm sorumluluklarını üstlenmektir. Hepimiz belirli bir yaşa gelene kadar bir aileden beslendik hem fiziksel hem duygusal olarak, ancak belli bir yaşa gelince bizim de farklı duygu ve görüşlerimiz olduğunu keşfettik, yani fiziksel olmasa da düşünsel olarak o aileden bir kopuş yaşadık. İşte bu kopuş birey olabilmenin ilk adımı oldu, birey olup kendi yolunda yürümek çok zordur, kendi yolunun sorumluluğunu aldığımızda bedeller öderiz, bunun en büyük bedeli kaygıdır, kendi yolundan yürüyüp bireyleşmeyi başaran insanlar kaygıyı yaşamak zorundadır, insanda bu kaygıdan kurtulmak için kendini, hayat görüşlerine en yakın bir kült yapıya teslim etme isteği doğar, (örnek olarak parti, dernek, taraftar grubu, cemaat, tarikat gibi..) Çünkü insan kendisi gibi düşünen insanların yanında kendini güvende hisseder, kaygıdan kısmen kurtulur ve bu sebeple akıl ve mantığını kullanmak zorunda kalmaz. Çünkü onun adına düşünen birileri vardır, kendi kararlarını verip riske girmek istemez. Çünkü korkuyordur, nasıl olsa kendi grubundaki insanların bir çözümü vardır, kendi aklıyla ve özgür iradesiyle karar vermediği için bir süre sonra bu insan robota dönüşmüştür ama farkında olamaz, hatta konuşurken kullandığı cümleler bile başka akılların ürünüdür. Kendi kendine cümle bile kuramaz hâle gelir, kendini özgür sanar ama asla özgür değildir en kötüsü de mankurtlaştığının, bedenen olmasa da zihnen köleleştiğinin farkında bile olmamasıdır. 

Korkuyu yaşamadan birey olunamayacağından korkunun üzerine gitmek birey olabilmenin olmazsa olmazıdır.

Hepimize klasik korumacı aileden kalan mirastır bu standart hayat, oku iş bul, mümkünse devlete kapağı at, evlen çocuk yap ömür boyu köle gibi çalış, zar zor bir ev al, emekli ol, sonra öl.. Peki gerçekten istediğimiz hayat bu mu? Kaçımız hayatımızla ilgili standardın dışına çıkabilecek? Sadece birey olmayı başarabilenlerimiz, çoğumuz dedemizin dedesinin ismini bile bilmeyiz, çoğumuzun torununun torunu isminizi bile bilmeyecek yani öldükten 100 yıl sonra sanki yaşamamış gibi bir hiç olacağız. Çünkü standart kalıpları kıramadık, binlerce yıl öncesinde yaşayıp bütün dünyanın ismini bildiği isimler kalıpları kırabilen, standardın dışına çıkabilen insanlardır.. İnsan neden yaratıldı ki? öyle diyorlar ya ibadet etmek için, ben inanmıyorum koskoca kainatın sadece insanların ibadet etmesi için yaratıldığına.. (bu konu farklı bir yazının konusu olacak uzatmadan kesiyorum)

Sonuç olarak başta ailemizin, çevrenin, kült yapıların bize koydukları kalıplardan, onların standartlarından sıyrılarak Birey olabiliriz.

En başta yazdığım cümleyle bitiriyorum:

İnsan olmanın en temel amacı Birey olabilmektir..

Not: Bunlar kendi düşüncelerimdir, sizde düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim, farklı düşünceler her zaman konuyu zenginleştirir..

-Ali Güvenç

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski