Uzun süredir ansiyete bozukluğu yaşayan biriyim. Eminim aranızda birçok kişi bu rahatsızlıktan muzdarip…
Biraz düşünmem ve deneyimlerimi eşelemem sonucu hizmet ve dinin bu alanda büyük etkisi olduğunun farkına vardım.
Bazı anlayış ve temel öğretiler kapsamında kısaca düşündüklerimi ve kendi tecrübelerimi özetlemek isterim.
Kazanma kuşağında kaybetme: Bir çoğumuz hatırlar bu sözü. Bir çoğunuz dualarınıza da dahil etmiştir belki. Allahım ayağımı kaydırma diye. Ancak bu sorunun alt metninde ne büyük fren ne büyük korkuları tetikleme amacı var, değil mi? Ben belki şu anda (sözde) ilahi bir davada hizmet (!) ediyorum. Ama bunun da garantisi yok, her zaman benim ayağımı kaydırılabilir. O yüzden rahat, mutluluk yoktur bana. Her gece bu korkuyla uyumalıyım. Kaygılanmalıyım, çünkü ölene kadar diken üstünde olmaktır iman etmek ve adanmışlık. Çocukluktan itibaren bu anlayışla yaşayan, yaşamına yön veren birinde oluşan kaygı bozukluğunu tamir etmek için belki bir o kadar daha zaman geçmesi gerekecektir. Bolca telkin, terapi, psikanaliz tamir edebilecek mi oluşturulan bu kaygı bozukluğunu?
Yapan O'ydu, eden O'ydu: Her şeyi ondan bilme, 'ben'i geçtim 'biz' bile dememek. Bir başarınız varsa, herşeyi 'Allah'tan bilmek. Sanırım hizmet insanlarındaki veya genel anlamda muhafazakar gruplardaki kişilerdeki düşük özgüven problemini anlamakta önemli. Başarıyı sahiplenmek, kişinin kendisine saygı oluşturma sürecinde çok önemli bir aşamadır oysa. Gereksiz mütevazılığın başlangıcı da buna dayanmıyor mu? Tanrı inancı olsa bile başarı deneyimini pekiştirmede başarıyı sahiplenme, kutlama yapılamayacak şeyler mi? Ancak bu durum 'gassalın elinde meyyit' olmaya pürüz oluşturabilir değil mi?
Hiç bir zaman kendinizi yeterli görmeme: İbadetlerde ve hizmette kendinizi hep yetersiz görmelisiniz. 'Daha fazla' kahramanı olmalısınız. Kahvenizi/çayınızı yudumlayıp başarılarınızı kutlamak yoktur bu kültürde. Daha fazla himmet vermelisiniz, daha fazla kitap okumalısınız. Bunları daha fazla yaptığınızda bile takdir görülmez ve yetersizlik duygusu hep pekiştirilir.
Her olumsuzluğu kendinden bilme: Eğer başınıza bir olumsuzluk gelse mutlaka ya bir günahınızdandır ya da yeteri kadar 'hizmet edememenizdendir'. Bazı günleri hatırlıyorum bu yüzden kendime ne kadar kötü davrandığımı. Zaten hazırsınız kendinizi beğenmemeye. Yolunda gitmeyen şeyler de buna bahane oluveriyor. Birçok arkadaşımda iş yaşamında da bu ruhsal bozukluğun devam ettiğni gözlemledim.
Günah sonrasındaki ağır pişmanlık hisleri: Sizin de sıradan bir insan olduğunuzu unuttururcasına ağır yükler yüklemeye çalıştılar. En basitinden sabah namazına kalkamamak. Sırf bu yüzden kendine ceza olarak o günleri oruçlu geçiren, sabah kalktığında kendine büyük bir öfke ile uyanan kişiler tanıdım. Bu çok acı değil mi? Hangimizi kaldırabilirdik ki bu yükü?
Daha önceki cinsellikle ilgili yazımda biraz değindim. Ruhunuzun, bedeninizin doğasını yıllarca baskılamak zorundasınız. Çok doğal istekler bunlar, ama öyle bir baskıyla her gün ruhunuzu saran, duygularınızı ele geçiren sohbetlere/telkinlere muhatap oluyorüsnüz ki artık kendinizden ve bu cinsel/duygusal isteklerinizden iğreniyorsunuz. Halbuki bunlar son derece doğaldı. Ve hiçbirimiz kendimizden nefret etmeyi haketmedik.
Bu yerilmelerin, baskılanmaların, manipülasyonların ruhsal sonuçlarını belki bir pikolog yazıya döker de bizim de anlamamıza yardımcı olur.
Sevgiler.
-Furuat
