Simone Weil ve Fikirleri Üzerine


Simone Weil, 1909 Paris doğumlu önemli bir kadın felsefeci. Weil tanıdığım bir felsefeci değildi, “Philosophize This” podcast serisinde Stephen West sağolsun 4 bölüm Weil’i anlatınca çok hoşuma gitti ve bu 2 saatlik anlatımdaki bazı bilgileri sizinle paylaşmak istedim (başka kaynaklardan da faydalandım, ama ana kaynağım bu podcastlerin 172, 173, 174, ve 175inci bölümleri). Weil’in hayatına ve fikirlerine geçmeden önce, felsefe ile ilgilenen herkese Philosophize This podcastlerini dinlemelerini tavsiye ederim. Şimdiye kadar yayınlanan (yaklaşık her birisi yarım saat olan) 178 bölümü var bu serinin; ben hepsini büyük bir keyif ile dinledim. West’in analiz, sentez, örneklendirme ve eğlenceli anlatım kabiliyetleri gerçekten olağanüstü. Dinlerseniz pişman olmazsınız. Neyse, konumuza geçelim.

Weil, parlak bir öğrenci olarak prestijli bir üniversitede felsefe okumuş (Simone De Beuvoir ile aynı zamanda ve aynı üniversitede.) Eğitiminden sonra Weil, öğretmen olarak çalışmaya başlamış; ama öğrencilerine standart bir eğitim vermemiş. Weil, eğitim sistemine eleştirel bir bakış açısı getirip, öğrencilere yalnızca bilgi aktarmanın, onları toplumda aktif ve bilinçli katılımcılar olarak yetiştirmek için yeterli olmadığını savunmuş. Weil'e göre, eğitim, bireyin dünyayı anlamasını ve düşünmeyi öğrenmesini sağlamalı.

Bir öğretmen olarak Weil, dikkatin önemini vurgulamış. Zaten Weil’in önemli kavramlarından birisi dikkat (attention). Ona göre, dikkat, öğrencilerin derinlemesine öğrenmeyi, empati kurmayı ve çevrelerindeki dünyayı daha iyi anlamayı öğrenmelerine yardımcı olur. Weil, dikkat eğitiminin, öğrencilere öz disiplin, sabır ve alçakgönüllülük gibi değerleri kazandırabileceğini savunmuş. Weil, dikkatin iradeden (willpower) daha önemli olduğunu; ve nasıl irademizi arttırmak için çalışmamız gerekiyorsa, dikkatimizi arttırmamız için de çalışmamız gerektiğini söylemiş.

Weil dikkati, manevi bir pratiğe de bağlamış. Ona göre dikkat, bir tür dua şeklinde olabilir. Bu, insanın kendi iç sesini, düşüncelerini ve arzularını susturup daha yüksek bir gerçekliğe, daha yüksek bir bilince veya hatta Tanrı'ya açık olabilmesini gerektirir. Bu durumda dikkat, tam bir açıklık ve teslimiyet durumudur. Weil, dikkati bir bakıma bir antene benzetmiş ve doğru tarafa yöneldiğinde yüksek bilinçten gelen frekansı alabileceğimizi ve ancak bu şekilde adalet ve merhamet duygularına ulaşabileceğimize söylemiş. Weil’in şu sözü kayda değer: "Dikkat, ruhun en saf ve en değerli parçasıdır."

Öğretmenlik kariyeri boyunca Weil, sınıf içinde ve dışında sosyal adalet konularında aktif olarak çalışmış. Bu bakış açısı, onun hem öğretmenlik kariyerine hem de daha geniş felsefi ve politik düşüncelerine şekil vermiş. Weil, bu süre zarfında, işçi hakları ve sosyal adalet konularına ilgi geliştirmiş ve bu konulara daha fazla odaklanmak için öğretmenlik kariyerine ara vermiş.

1930'ların başında Weil, yoğun bir politik aktivizme girmiş. İşçi haklarına yönelik ilgisinden dolayı, işçilerin koşullarını ilk elden görebilmek için otomobil fabrikalarında çalışmaya ve çiftçi ailelerle yaşamaya başlamış. Bu deneyim, onun düşünceleri ve eserleri üzerinde derin bir etki bırakmış.

Weil, daha sonrasında İspanya İç Savaşı sırasında anarşist bir grupla kısa bir süreliğine savaşa katılmış (savaşta yaralanması üzerine ayrılmak zorunda kalmış.) Daha sonra, II. Dünya Savaşı sırasında, Fransız Direnişi ile bağlantılı olarak İngiltere'de bulunmuş. Bu süre zarfında, bir dizi politik ve ahlaki yazı kaleme alarak savaşa ve şiddete dair düşüncelerini ifade etmiş. Savaşın birçok yönünü, özellikle de işgal altındaki halkların çektiği acıları ve adaletsizlikleri eleştirmiş.

Weil, bu dönemde yoğun bir manevi arayış içine girmiş. Hristiyanlıkla ilgili derinlemesine çalışmalar yapmış, ancak hiçbir zaman tam anlamıyla Katolik Kilisesi'ne katılmamış. Weil, bunun yerine, daha evrensel ve mistik bir dini anlayışa doğru yönelim göstermiş.

Weil, eserlerinde Tanrı'nın insana yakınlığını ve insanin Tanrı'ya olan özlemini vurgulamış. Weil'e göre, Tanrı'nın mükemmeliyeti ve mutlaklığı, onun insandan olan uzaklığını gerektirir; ancak bu aynı mükemmeliyet ve mutlaklık, Tanrı'nın insanın acılarını ve sıkıntılarını paylaşma isteğini de gerektirir. Bu nedenle, Weil, Tanrı'nın bir yandan insanlardan uzak olduğunu, diğer yandan insana olan sevgisi nedeniyle onlara yakın olduğunu söylemiş. Ayrıca, Weil, insanların Tanrı'ya ulaşmalarının çoğunlukla çile ve acı aracılığıyla olduğunu ileri sürmüş. Ona göre, acı, insanların ilahi aşka ve merhamete açık olmalarını sağlar. Weil’in geliştirdiği önemli bir konsept "affedilmiş yokluk,” yani, Tanrı'nın insana olan sevgisinin, insanın Tanrı'yı kavrayamama durumunu affetmesi ve hatta kutsaması.

Weil, Ağustos 1943’te ağır tüberküloz hastası olmuş; ve savaş sırasında Fransa'nın işgal edilmiş bölgelerinde yaşayan insanların kıtlık çektiği için, bu insanlarla dayanışma göstermek amacıyla, kendisine sunulan yiyeceklerin çoğunu reddetmiş. Bu durum, zaten zayıf olan sağlığını daha da kötüleştirmiş ve ölümüne katkıda bulunmuş. Simone Weil, sadece 34 yasındayken hayata gözlerini yummuş.

Simon Weil’in sadece 34 yıla sığdırdığı toplumsal adalet, işçi hakları, dikkat, eğitim ve maneviyat üzerine düşüncelerini içeren eserleri ve O’nu diğer çoğu filozoftan onu farklı kılan “felsefesini yaşaması” bana çok etkileyici geldi. 44 yaşıma merdiven dayamışken, bu 34 yıllık değerli ve etkileyici hayat önünde eğildim ve bu güzel insanın fikirlerini duymuş olmaktan mutluluk duydum. Bu yazımla da sizle bunları paylaşmak istedim.

-İsa Hafalır
https://twitter.com/isaeminh


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski