Gece Yarısı bir Yazı


Öncelikle, neden yazıyorum? Çünkü yazmak rahatlatıyor. Çünkü yazmak düşüncelerimi toplamamı sağlıyor. Çünkü yazarken kendimle konuşmuş oluyorum, ve bu yalnızlığıma iyi geliyor. Şimdi mesela, konuşacak kimsem yok ve yazmak istiyorum.

Üstü kapalı anlatmak istiyorum halimi, ve daha açık bir şekilde paylaşmak istiyorum kafamdaki düşünceleri. Mesela bir soru şu. İnsan bir dini veya ideolojiyi takip etmeden hakikate ulaşabilir mi? Ama öncelikle, nedir hakikat? Bir de, neden önemli hakikate ulaşmak? Bence hakikat, anlamak demek. Ben neyim? Yaşam ne? Bunların altındaki mana ne? Bunları tam olarak bilmek demek. Ve yine bence, hakikate ulaşmak mümkün değil, o asimptota sadece yaklaşılabilir. Hakikat yolunda olmanın önemi ise hedeften öte seferden kaynaklanıyor. Bu sefer, paradoksal bir şekilde, ulaşılamayacak ve bilinmeyen bir mananın peşinde giderken güzel bir mana kazandırıyor hayata.

Dinler ve ideolojiler genelde hap şeklinde cevaplar veriyorlar bize. Biz bulduk diyorlar; sen de kabul et, bulmuş olacaksın! Neo’nun kırmızı hapı gibi… Dön işine, halloldu o mesele… Kırmızı hapla mutlu ve tatmin olanlara diyeceğim yok. Ama ben, daha fazlasını istiyorum. Daha fazlası olduğunu seziyorum, hissediyorum. Bu demek değil ki dinler ve ideolojiler yanlış veya yararsız. Bence onlarda faydalanılacak çok şeyler var. Ama hakikatin sahibi hiçbirisi değil.

Hem bir din veya ideolojiyi takip etmeyince hepsinden birden faydalanma olanağınız oluyor. Her çiçekten bal (nektar) alıyorsunuz ve balınızı kendiniz yapıyorsunuz. Bu yorucu bir şey elbette ki, kendi değerlerinizi kendiniz belirlemeniz lazım. Gerçi bu değerleri ne kadar kendiniz belirliyorum zannetseniz de aslında, “zamanın ruhu”nun, kültürün, etrafınızın, nefsinizin, ön yargılarınızın, farketmediğiniz tabularınızın vs, çok büyük miktarda tesirinde kalıyorsunuz. Yine de hazır hapları yutmak gibi kolay değil bu. Karanlık bir yerde yönünü bulmak gibi, ufak ışıklar beliriyor, ilerliyorsunuz, ama sonra onlar kayboluyor, başkaları beliriyor ve bu sefer o yöne gidiyorsunuz.

Ben yine de bu yorucu yolculuğu eğlenceli buluyorum. Yolculukta bulunduğum sürece (yani, ölene kadar) kendime hiçbir isim takmak istemiyorum. İstemiyorum çünkü; bir, yarın değişebileceğimi biliyorum; ve iki, isim taktığım zaman kendimi sınırlandırmış oluyorum, veya Alan Watts’ın tabiriyle “gökyüzünü sarıp etiketlemiş” oluyorum. Bu belirsizlik elbetteki zor bir şey, çoğu soruya basit bir cevabınız olamıyor; “evet veya hayır” sorularına “hem evet, hem hayır” veya “ne evet, ne hayır” diyorsunuz, ve çok sayıda paradoksla yaşamanız gerekiyor. Ama paradokslar zaten bu hayatın en ilginç şeyleri…

Zorluk, yorgunluk, çözümsüz paradokslar, yalnızlık, yabancılaşma, bitmeyen arayış, beynin ve iradenin yetersizliği… Ama her şeye rağmen hayat güzel. Çünkü var olmak güzel. Yok olabilirdik, ama varız. Ve bunun sebebini bilmiyoruz. Bunun sebebini düşünürken kafamız karışıyor, cevap bulamasak da, hala var olmaya devam ediyoruz. Düşünüyorum, öyleyse varım demiş Descartes; ben de ekliyorum, iyi ki varım.

-İsa Hafalır


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski