Bir kısmınız muhtemelen izlemiştir (izlemeyenler ve İngilizce bilenler için link.) Birkaç gün önce yaşadığım eyaletteki bir şehirde çok ilginç ve bence hoş bir olay oldu. Avusturalya’nın başbakanı Scott Morrison Googong şehrinin bir sokağında Avusturalya’da yeni başlattıkları “ev renavosyanlarına destek” programını tanıtıp gazetecilerden soru alıyordu. Bu sırada oradaki bir evin sahibi yalın ayak dışarı çıktı ve başbakan ve ertafındakilere “lütfen herkes bahçe çimlerimden uzaklaşabilir mi” dedi, sonra ekledi “hadi ama,” “arkadaşlar, daha yeni çimen ektim oralara” (bu arada Avusturalya’da ön bahçelerin genelde yol kaldırımları ile bitişik olup arada çit olmadığını, dolayısıyla kaldırımda çok insan bulununca bahçeye ayak basılmasının çok doğal olduğunu ekleyeyim.) Bunun üzerine Scott Morrison gayet doğal bir şekilde orada bulunan gazetecilere “lütfen çıkalım” dedi. Gazeteciler bahçeden çıktıktan sonra ev sahibi evine kapısına yönelirken başbakana “sorry, mate” yani “pardon, ahbap” dedi. Başbakan ise gülümseyen bir tavırla eliyle kabul (thumbs up) işaretini vererek, “hiç problem değil, teşekkürler” deyip konuşmasına devam etti. Sonrasındaki kayıtta başbakanın gülerek “adamın (bloke) bahçesine ayak basmadığınıza emin olun” dediği ve etrafındakilerin güldüklerini görebiliyoruz.
Bu 30 saniyelik video bizim için hem Avusturalya seçmeninin, hem de seçileninin anlayışının bir göstergesi. Seçmen için seçilen kişi ülkenin başbakanı bile olsa çekilinecek ve iltimas edilinecek birisi değil. Seçilense başbakan bile olsa kendinde özel bir hak görmüyor, kendisine özel bir saygı beklemiyor, böyle ani (ve belki bir kısmımıza kaba görülebilecek) bir çıkışı çok doğal bulup doğal karşılık veriyor ve arkasından gülerek dalga geçebiliyor.Tabii ki tek bir olay ile genelleme yapmak uygun değildir, ama 3 senedir Avusturalya’da yaşayan (ve öncesinde 16 sene Amerika’da yaşamış) birisi olarak bu olayın Avusturalya, Amerika ve görebildiğim kadarıyla birçok Batı ülkesinde bir ortalama anlayışı gösterdiğini düşünüyorum. Medyadan buna benzer başka örnekler de verebilirim. Mesela yine Scott Morrison’un son orman yangınlarındaki performansı ile alakalı halkın tepkisini çektiği dönemde ona ziyaret ettiği halk tarafından verilen çok sert tepkiler var (link) (ki burada zorla el sıkmaya çalıştığı için de çok eleştirilmişti.) İkinci bir örnek olarak İngiltere başbakanı Boris Johnson’un parkta yürürken bir vatandaş tarafından durdurulup Korona ile hükümetin mücadelesi konusunda eleştirilmesi (link) (buradaki fotoğraf da çok şey anlatıyor). Eminim biraz daha araştırırsam çok daha fazla sayıda örnek bulabilirim sizlere.
Peki Türkiye olarak biz böyle miyiz? Bırakın gideceği her yere onlarca araba ve koruma ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, bir vali veya kaymakam bile halkın üstünde görüyor kendisini ve işin asıl acı tarafı halk onları kendilerinin üstünde görüyor. Bu duruma dair de çok örnek verilebilir ama bir tanesi ile yetineyim. Konya valisi Cüneyit Orhan öğretmenler günü kutlamasındaki konuşmasını—dinleyenlerden bacak bacak üstüne atmış bir kişiye bakarak—yarıda kesiyor “Sen öğretmen mısın birader? Ha… Öğretmen gibi bir otur da görelim ya… Allah Allah… Yani böyle güzel duygularla geliyoruz, güzel hareketlerle karşılaşmak isteriz. Ayağını dikip de valinin karşısında oturmak değil… Allah’im, Ya Rabbim, ya…” diyerek azarlamaya devam ediyor (link), ve ne yazık ki arkasından salon tarafından alkışlanıyor. Sonraki günlerde ise valinin azarladığı muhabir izne çıkarılıyor ve patronu valiye özür dilemeye gidiyor (link). Ne kadar acı değil mi? Dolayısıyla biz Türkiye olarak spektrumun tamamen öteki ucunda bulunuyoruz. Kanaatimce muktedirler ve devlet tarafından halk olarak ezilmemizin en önemli sebeplerinden biri de bu.
Peki Türkiye olarak biz neden bu haldeyiz? Bence çoğu sorunun cevabı olduğu gibi bu sorunun cevabı da eğitim. Hem aileden bebeklikten itibaren, hem de okullar tarafından çocukluktan itibaren verilen eğitim. Bu bizde çok yanlış bir kültür oluşturmuş, bu kültürü sorgulayanlar ve uymak istemeyecekler üzerinde de müthiş bir çevre baskısı oluşuyor. Size biraz radikal gelebilir ama bence Türkiye toplumunda “saygı” çok gereksiz ve yanlış şekilde abartılmış ve az güzellikle beraber çok problem getiren bir olgu. Kabul, saygı kelime manasıyla güzel bir şey, ve tersi saygısızlık kötü bir şey. Ama saygı abartılır ve bir nevi “efendi-köle” ilişkisine dönerse—ki bizde buna çok yaklaştığı çok oluyor—efendiler kölelerinin canlarına okuyorlar! Bu aile içindeki büyükler için de geçerli, yaşça-kıdemce büyükler için de, okullar/üniversitelerdeki öğretmen/hocalar için de, iş yerlerindeki amirler için de, tarikatlar ve cemaatlerdeki abiler ve şeyhler için de, bürokrasi ve siyasetteki atanmış ve seçilmişler için de.
Bence şunu anlamamız lazım. Eğer bir sistem bir kısım insanların diğerlerini ezmesine fırsat tanırsa, bu sistemde ezebilenler ezebileceklerini ezeceklerdir. İnsan fıtratı bunu gerektiriyor. Bizim sistemimizin değişebilmesi için öncelikle anlayışımızın ve değerlerimizin değişmesi gerekiyor. Dolayısıyla çocuklarımıza daha küçük yaştan itibaren kimseye “haddinden fazla” değer verip saygı göstermemeleri gerektiğini, kendilerini asla ve asla ezdirmemeleri gerektiğini; herkesin insan olduğunu, insanların ne konumlarından ne de özelliklerinden dolayı mutlak üstünlüklerinin olamayacağını çok iyi öğretmemiz lazım.
Doğunun problemleri konuş konuş bitmez (bu Batı problemsiz demek değil elbet, ama “Batı”da yaşasam da hala kendimi doğuyla ilgileniyor buluyorum hep ve onlara değiniyorum). Yazımın konusu olan saygı ve ezme-ezilme meselesi de bunlardan birisi. Birkaç gün önce izlediğim video aklıma bunları getirdi. Videoyu izlediğimde gülmüş ve İngilizce Twitter hesabımdan “good on you, mates” yani “aferin, yakışmış size arkadaşlar” diye hem bahçemden çıkar mısınız diyen yalın ayaklı ev sahibini, hem de Avusturalya başbakanını tebrik etmiştim. Umarım—bizim nesil olmasa da—bizden sonraki nesiller Türkiye’de de böyle hoş görüntülere sıklıkla şahit olabilirler.
Selamlar, sevgiler,
İsa Hafalır