Problemleri çözmenin ve halletmenin en birinci ve en kesin ve en keskin yolu, yazmaktır. Çünkü, yazmak düşünmektir. Yazı yazmadan düşünmek, nişan almadan ok atmak gibidir; düşünceler boşa gider ve netice alınmaz. Yazı yazmak problemin çerçevesini belirler, problemi kısımlara ve parçalara böler, ve her parçaya çözüm bulma imkanı sunar.
Yazı yazmak, hem bireysel hem toplumsal değişmenin değişmez şartıdır. Çünkü yazı yazmak, düşünce üretmek ve duygulara tercüman olmak demektir. Yazı yazmayan bireyler ve toplumlar cehalete mahkumdur ve diktatörlere gebedir. Çünkü düşünce üretmeyen bireylerden oluşan toplumlar hep bir “Mehdi” arayışındadır ve bekleyişindedir. Birisinin gelip bütün problemleri bir hamlede çözeceğinin beklerler ve kolaycılık yolunu seçerler.
Yazı yazmayan düşünmez, düşünmeyen de değişmez. Değişmeyen ve üretmeyen ve olgunlaşmayan da hep başkaların elinde kukla ve araç olur. Bu yüzden özgürlüğün temeli, yazı yazmaktır.
Bu yüzden bu sitenin özgür ve bireysel düşünceleri ifade etme çabasını takdirle karşılıyorum. Bazı düşüncelere katılıyorum, bazılarına katılmıyorum, ama hepsine saygı duyuyorum ve mevcut durumu anlamada ciddi katkı sunduklarına inanıyorum.
Biz doğdumuz coğrafyayı, tarihimizi, toplumumuzu, ailemizi seçmedik, öyle bir imkanımız yoktu. Dünyaya geldiğimizde bize bağlı bulunmayan bazı durumlarla karşılaştık. Bunlardan biri de, doğdumuz ve yetiştiğimiz ortamın ve toplumun “okumama-yazmama-düşünmeme” virüsü ile hasta olduğudur.
Son beş yüz, ya da yedi yüz yıldır İslam alemi düşünce üretmiyor. Düşünce üretmediği için de, hep değişimi dışarıdan bekliyor. Bu bekleyişi bozan, değişimi kendi içinden başlatan bir entellektüel düşünür; sahiplenmeyen, anlaşılmayan ve terk edilen Said Nursi vardır. Benim şahsi kanaatim, Said Nursi yirminci yüzyılın en etkili düşünürüdür; Avrupadaki Hristiyanlığın Reformasyonu gibi İslam içinde bir ıslahat hareketini başlatan düşünürdür.
Bu sitede Said Nursi hakkında olumsuz düşünceler yazanlar vardır ama ben onlara katılmıyorum. Çünkü, çobanların, çiftçilerin, köylülerin, memurların, öğrencilerin hayatlarına “okuma-yazma-düşünme” alışkanlığını kazandırdı.
Bu sitede Fethullah Gülen hakkında olumsuz düşünceler yazanlar vardır ama ben onlara katılmıyorum. Çünkü, birçok insanların hayatlarına “okuma-yazma-düşünme” alışkanlığını kazandırdı ve bu alışkanlık sayesinde onu tenkit edebilen, eleştiren bir kesim oluştu. Bu yüzden, mantık ve deliller çerçevesinde cemaati, hiyerarşik yapıyı, cemaat başındaki adamları eleştiren bir kesimin oluşması bu cemaatin bir başarısıdır diye kabul ediyorum.
Son yıllardaki hadiseler ve süreçler artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösterdi ve bu hususta herkes hemfikirdir. Değişimin kaçınılmaz olduğunu artık herkes biliyor. Toplumsal değişim ve bireysel değişme her zaman acıdır ve acıtıcıdır, çünkü “comfort zone” dışına çıkılması lazım, yeni ufuklara ve yeni düşüncelere açılmak lazım. Artık herkes “okumama-yazmama-düşünmeme”nin faturası ne kadar pahalı ve ağır olduğunu gördü. Aklını kiraya vermek, kör inanç, saflık ağaçlarının meyvelerinin tadı hoşumuza gitmemiş, daha tatlı ve leziz meyveler istiyoruz.
Bizim toplumlar beş yüz yıllık hastadır ve hastalığın adı “okumama-yazmama-düşünmeme”dir. Şimdiki problemlerin kökü elli yıllık değildir, beş yüz yıllıktır, belki bin yıllıktır. Koru-körüne inanmak, aldanmak, aldanıp ta kendimizi mağdur görmek ve göstermek alışkanlıkları beş yüz yıllık geleneklerimizdir. Sorumluluk almak, yazmak, okumak, düşünmek ta beş yüz yıldır Avrupa’nın ve Batı’nın misafirleridir, bizim mahallemize hiç uğramak istemiyorlar ya da biz onları hiç çağırmıyoruz.
Koronavirüsün “sıfır hastasını” (zero case) bulmak hiç fayda vermeyeceği gibi, bu “okumama-yazmama-düşünmeme” salgını kim ile başladığını bulmak ta hiç fayda vermeyecektir. Önemli olan asıyı geliştirmek ve tedaviyi hızlı ve vaktili şekilde uygulamaktır.
“Okumama-yazmama-düşünmeme” virüsünün aşısı nedir? Okuma-yazma-düşünmedir. Yazı yazmayı günlük alışkanlık haline getirmektir. Bir saat yazı yazmak bir sene namaz kılmaya eşit olduğunu bilmektir. Bireysel ve toplumsal problemlerin ve kangrenlerin yazı yazmakla çözüleceğini ve tedavi edileceğini anlamaktır.
İslam dünyası olarak, Müslümanlar olarak, Asya ve Afrika kıtaları olarak biz beş yüz yıllık “düşünce orucundayız”. Artık “düşünce iftarı” yapmamız lazım. Bu da yediden yetmişe, kadın-erkek, çocuk-ihtiyar, fakir-zengin olarak yazı yazmayı günlük alışkanlık ve ibadet olarak kabul etmemize bağlıdır. Yazı yazmak ibadet değildir diyenlere doksan altıncı sürenin dördüncü ayetini gözlerine sokuyorum. Ahirette, Cenab-ı Hakk’ın affedilmiş kulları olarak görüşmek üzere. Vesselam.
-İman isteyen münafık
